Blog


Allium L.

                                                                                           

Allium L. cinsi, ülkemizde 220 takson içermektedir. Bu taksonların 86’sı Türkiye için endemiktir, yani dünya üzerinde sadece ülkemizde yetişen taksonlardır. Tür sayısının çok olması ve endemizm oranının yüksek olması  nedenleriyle Türkiye’nin Allium cinsi için gen merkezi olduğu düşünülmektedir. Ülkemizde yaygın bir şekilde kültürü yapılan soğan (Allium cepa), sarımsak (A. sativum) ve pırasa (A. porrum) gibi sebzeleri de içinde bulunduran bu cins, ismini Eski Roma’da sarımsağa verilen isim olan ‘Allium’ ya da ‘Alium’dan almıştır. Bu yerli ad 18. yüzyılda  Haller ve Linneus tarafından cinse verilen bilimsel bir isim olmuştur. Halk arasında sirim, sirmo, körmen, yabani soğan gibi isimlerle bilinmektedir.  

Ülkemizde de gerek doğal olarak yetişen gerekse kültürü yapılan Allium türlerinin yaprak ve soğanları halk arasında tıbbi amaçlar ve gıda olarak kullanılmaktadır. Tarihte Allium türlerinde özellikle soğan ve sarımsaktan çok sözedilmesine rağmen ilk kimyasal çalışmalar 1844 yılında Alman kimyacı Wertheim tarafından yapılmıştır. Allium türlerinin karakteristik kokusu içerdiği kükürtlü bileşiklerden kaynaklanır. Allium içerisindeki en önemli dönüştürücü enzim allinaz’dır. Bu enzimin etkisi ile bitkide doku zedelendiği zaman koku açığa çıkar, çünkü alliin maddesi allinaz etkisi ile allisin’e dönüşür. Kokuyu allisin maddesi verir. Allisin sabit bir madde değildir, bir süre bekletildiği zaman farklı kükürtlü bileşiklere dönüşmektedir.

Doç. Dr. Mine Koçyiğit Avcı



     Amarydaliaceae familyasında yer alan ve dünyada Allium cepa (soğan)’dan sonra en çok kültürü yapılan bitki olan sarımsak, çok eski çağlardan beri baharat olarak kullanılmasının yanı sıra tedavi edici etkileri nedeniyle de çok iyi bilinen bir bitkidir. Allium cinsi kuzey yarımkürede doğal olarak dağılmış yaklaşık 900 türü içermektedir. Bu cins için gen merkezi olarak Türkiye’nin de içinde bulunduğu Güneybatı Asya, Akdeniz bölgesi ve Orta Asya belirlenmiştir. Türkiye’de 214 Allium türü doğal olarak yetişmektedir. Sarımsağın ana vatanı Orta Asya’dır ve doğal atası olarak Allium longicuspis türü kabul edilir. 


KİMYASAL İÇERİK:

Organo-kükürt bileşikleri, flavonoidler, sapogeninler ve saponinler, selenyum bileşikleri ve fruktozaminler başlıca bileşiklerdir. Yüksek organo-sülfür bileşikleri özellikle alliin ve allisinin bitkinin etkisinden sorumlu temel bileşikler olduğu araştırmalarda gösterilmiştir. 

Flavonoid bileşikleri olarak apigenin, kersetin, nobiletin, tangeretin, rutin, allixin, mirsetin ve bergamottin, kalp koruyucu ve antioksidan aktiviteleri olan iyi antioksidanlardır. Ancak çiğ ve işlenmiş sarımsaktaki içerikleri çok düşüktür. Sonuç olarak, in vivo etkilerinin ihmal edilebilir olması beklenmektedir.

Sarımsaktaki sapogeninler ve saponinler (proto-erubosid B, erubosid B, proto-izo-erubosid B, izo-erubosid B, sativosid B1-5, R1, R2, β-klorogenin ve diğerleri) yakın zamanda tanımlanmış ve bunların hayvan deneylerinde kolesterol düşürücü etkileri ve in vitro antifungal, antitümör ve sitotoksik aktiviteleri gösterilmiştir.


 

ETKİ MEKANİZMALARI (Kardiyovasküler sistem üzerine)

Antihipertansif etki: Sarımsak içeriğindeki başlıca organosülfür bileşiklerin ve çeşitli metabolitlerin teorik olarak anjiotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibisyonu yaparak ve nitrik oksit salınımını artırarak antihipertansif etki yaptığı görülmüştür.

Anthiperlipidemik Etki: Sarımsak içeriğindeki organosülfür bileşiklerin teorik olarak kolesterol biyosentezinde yer alan HMG-CoA redüktazı inhibe ederek antihiperlipidemik etki yaptığı görülmüştür. Klinik çalışmalarda ise hiperlipidemide etkililiği ile ilgili sonuçlar çelişkilidir.

Antitrombositik (antiplatelet) Etki: Sarımsak içeriğindeki sülfür bileşiklerin teorik olarak ADP indüklenmiş platelet agregasyonu inhibe ederek ve tromboksan Aoluşumunu azaltarak antiplatelet etki yaptığı görülmüştür.

KLİNİK ÇALIŞMALAR

Antihiperlipidemik Etki 

EMA raporlarında hiperlipidemi üzerine sarımsağın etkisini değerlendiren çalışmalara göre 1995’den önce yapılan klinik çalışmalarda sarımsak lipit konsantrasyonu üzerine etkili iken, 2002-2012 yılları arasındaki klinik çalışmalarda plazma lipit seviyeleri üzerine sarımsak orta etkili olarak yada etkisiz olarak değerlendirilmiştir.

Çalışmalarda kullanılan ürünlerin bileşimi ve içerisinde yer alan aktif sülfür bileşenlerinin miktarının çeşitli olması tutarsız sonuçlar çıkmasına neden olmaktadır. 

Katılımcılar, çalışma süresi, diyet kontrolü, yaşam şekli, lipit analizlerinin metotları çalışmaları etkileyen diğer faktörlerdir. Tüm bunlar doğrultusunda geçerli sonuçlara ulaşmak için sarımsak preparatlarının standart olmasına ihtiyaç duyulmaktadır. 

2007 yılında yapılan bir klinik çalışmada taze sarımsak, toz edilmiş sarımsak desteği ve yaşlanmış sarımsak ekstresi plasebo ile kıyaslandığında plazma lipit konsantrasyonu üzerine beklenmedik bir şekilde klinik açıdan etkili olarak değerlendirilmiştir.  Alliin miktarı bakılarak incelendiğinde alliin dozuna bağlı olarak klinik çalışmaların sonuçları önemli derecede çelişkili olarak görülmüştür. 

Klinik olarak sarımsağın lipit düşürücü etkisi reçetelenen ilaçlardan statinler, fibratlar ve niasinden daha az görülmektedir. Uzun dönem kullanımına yönelik olarak lipit ve kardiyovasküler mortalite ve morbidite üzerine olan etkisi bilinmemektedir. İnandırıcı sonuçlara ulaşmadan önce bir çok klinik çalışmada tutarsız klinik kanıtlar bulunmaktadır. Bundan dolayı veriler hiperkolesterolemi için bir gösterge vermek için yetersizdir. 

Antihipertansif Etki

    EMA raporlarına göre sarımsağın kan basıncı üzerine etkisini değerlendiren çalışmalara göre sarımsağın kan basıncı üzerine etkisi kesin değildir. Yapılan meta analiz ve klinik çalışmalar doğrultusunda sarımsak preparatlarının hipertansiyonu olan bireylerin kan basıncı üzerine azaltıcı etkisi olduğu kaydedilmiştir. Ancak, kan basıncı üzerine sarımsağın etkisinin değerlendirildiği klinik çalışmalarda yetersiz çalışma dizaynları, az sayıda olan hasta sayısı, çalışma süresinin kısa olması ve metodoloji eksikliği sorunları bulunmaktadır. Yapılan son meta analizde, 7 randomize kontrollü çalışma, çift körlü olarak oluşturulan 3 klinik çalışma bulunmaktadır ve hiçbiri 12 haftalık tedavi süresinden uzun değildir. Alliin içeriği tam olarak belirlenmemiştir. Bundan dolayı, hipertansiyon tedavisinde sarımsak preparatının uzun süreli etkisinin kalıcılığına dair klinik veriler olmadığı için yeterince çalışılmamıştır. Günlük praktikte hipertansiyon hastalarına tavsiye edilmemelidir ve bu endikasyona yönelik olarak iyi dizayn edilmiş bir kullanım sağlanamamıştır. 


YAN ETKİ

·       Ağız yoluyla alındığında nefes kokusunu kötüleştirebilir. Ağızda veya midede yanma hissi oluşturmaktadır. Midede gaz, kusma, mide bulantısı, vücutta koku, baş ağrısı, sersemlik, abdominal ağrı, şişkinlik, ince bağırsakta tıkanıklık ve diyare yapabilmektedir.

·       Sarımsak kullanan kişilerde alerjik reaksiyonlar (kontakt dermatit, konjonktivit, rinit, bronkospazm) görülebilmektedir.

·       Çeşitli vaka raporlarında kanamalara ve hematomlara neden olduğu bildirilmektedir.

İLAÇ ETKİLEŞİMİ

·       İzoniazid ile beraber kullanımında ilacın ETKİNLİĞİNİ AZALTABİLİR (Major).

·       Sakuinavir ile beraber kullanımında ilacın ETKİNLİĞİNİ AZALTABİLİR (Major).

·       HIV/AIDS tedavisinde kullanılan ajanlar ile beraber kullanımında ilaçların ETKİNLİĞİNİ AZALTABİLİR (Major).

·       Antikoagülan ve antiplatelet ajanlar ile beraber kullanımında bu ilaçların ETKİNLİĞİNİ ARTIRABİLİR (Moderate).

·       CYP2E1 substratları ile beraber kullanımda ilaçların YAN ETKİLERİNİ ARTTIRABİLİR (Moderate).

·       Siklosporin ile beraber kullanımında ilacın ETKİNLİĞİNİ AZALTABİLİR (Moderate). 

·       Doğum kontrol ilaçları ile beraber kullanımında ilaçların ETKİNLİĞİNİ AZALTABİLİR (Moderate).

·       ACE inhibitörleri ile beraber kullanımda bir vaka raporunda HİPOTANSİYON ve BAYILMA kaydedilmiştir. 

·       Hidroklorotiyazid ile beraber kullanım durumunda ilaç dozunun azaltılması gerekebilir.

·       Balık yağı ile beraber kullanım durumunda ANTİOKSİDAN ETKİNLİK ARTMAKTADIR. 

·       Sarımsak teorik olarak H. pylori bakterisi için yapılan 3’lü tedavi ile beraber kullanım durumunda ADDİTİF ETKİ göstermektedir. 

UYARILAR

·       Hipotansif bireylerde dikkatli kullanılmalıdır.

·       Kanama süresini arttırdığı ve kan basıncının düşmesine neden olabileceği  için cerrahi işlemlerden en az 2 HAFTA öncesinde kesilmesi gerekmektedir.

·       Kanama riskini artırabileceği için dental prosedürlerden önce kullanılmaması gerekmektedir.

·       Hamilelik ve emzirme döneminde gıda olarak tüketilen miktarlarının tüketilmesi güvenli olarak kaydedilmesine rağmen tedavi edici amacıyla (toz, ekstre halinde) kullanılan miktarlarının tüketilmesi güvenli olarak değerlendirilmemiştir.

·       Taze sarımsağın cilde uygulanması ciltte yanma durumuna neden olduğu için güvenli değildir ancak sarımsak içeren jel, pat, ağız yıkama sularının 3 ay süresince kullanımında ciddi yan etkiler görülmemiştir.                           

Referans:

……

…….

https://www.ema.europa.eu/en/documents/herbal-report/draft-assessment-report-allium-sativum-l-bulbus_en.pdf

Shouk R, Abdou A, Shetty K, Sarkar D, Eid AH. Mechanisms underlying the antihypertensive effects of garlic bioactives. Nutrıtıon Research. 2014;34:106 – 115.

Hosseini A, Hosseinzadeh H. A review on the effects of Allium sativum (Garlic) in metabolic syndrome. J Endocrinol Invest. 2015;38:1147–1157. 

Herbs and Natural Supplements. Volume 2. 2015. 




AROMATERAPİ

         Aromatik bitkilerden damıtma ve sıkma gibi yöntemlerle elde edilen uçucu yağların fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıkların iyileştirilmesi ve tedavisinde kontrollü olarak kullanımıdır. Tamamlayıcı tıp anlayışı içinde önemli bir yere sahiptir. Aromaterapide kullanılan moleküller tamamen doğaldır. Sadece doğru dozlarda, doğru uygulama şekliyle ve uygun sıcaklıkta etkilerini göstermektedir.

TARİHÇESİ

         Distilasyon ile uçucu yağların elde edilmesini 10.yüzyılda İranlılar keşfetmiştir. Böyle düşünüldüğünde aromaterapinin tarihinin bin yıl öncesine dayandığı söylenebilir. Ama insanoğlunun bugünden 60,000 yıl öncesinde bile aromatik bitkilerden faydalandığını bilinmektedir. 1975’de arkeolojik bir kazı sırasında; Civanperçemi, Peygamber çiçeği, Üzüm sümbülü, Ebegümeci ve diğer bazı bitkiler Neandertal iskeletlerinin fosillerinin yanında bulunmuştur.

         Keşiflerle Avrupa’ya gelen bitkisel kokulu maddelerin de etkisiyle, 16.yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da parfümeride önemli gelişmeler olmuştur. İngiltere’de 19.Yüzyıl ortalarına kadar kekik, lavanta uçucu yağlarının hijyen sağlamak amacıyla hastanelerde kullanılmış olduğu kayıtlıdır.

         Günümüzde dünyaya baktığımızda; Uluslararası Profesyonel Aromaterapistler Federasyonu (IFPA), NAHA-Uluslararası Aromaterapistler (IFA) ve Uluslararası Aromaterapistler Birliği (AIA) gibi kuruluşlar, bu alandaki eğitim ve araştırmaların yapılmasından uçucu yağların üretimine, elde edilişinden kullanım alanlarına kadar ilgili standartların düzenlenmesinde öne çıkan otoritelerdir.

UÇUCU YAĞ NEDİR?

         Uçucu yağlar, aromatik bitkilerin yaprak, çiçek, kök, kabuk, reçine, odun veya rizom (yumru) gibi organlarında ve özel hücrelerinde salgılanır ve depolanır. Açık bırakıldığında uçucu özelliğe sahip kompleks maddelerdir. Su buharıyla sürüklenme özelliğine sahip olup genellikle terpen veya fenilpropanoid yapısındadır ve bitkilerde çoğunlukla % 0.5-4 oranında bulunurlar

UYGULAMA YÖNTEMLERİ NELERDİR ?

Topikal (Cilt Üzerine) Uygulama

Cildimiz çok katmanlı yapısıyla vücudumuzdaki en büyük organdır. Vücudumuzu kimyasal ve fiziksel olarak dış etkenlerden korur. Esansiyel yağlar yapıları gereği ciltten hızlıca emilirler. Burada esansiyel yağların ve kullanılacak bazın seçimi kişinin ihtiyaç ve beklentisine göre değişiklik gösterir.

Cilt üzerine krem, losyon veya merhemler ile sürme, kompres, banyo olabilir. Ayrıca dokunma veya masaj teknikleri de uygulanabilir. Cilt üzerinden sürme veya masaj ile yapılan uygulamalarda yağların sadece emilmesinden değil kokunun etki mekanizmasından da faydalanılır. Özellikle bölgesel rahatsızlıklarda, rahatlama ve kozmetik amaçlı uygulamalarda bu yöntem tercih edilir.                        

İnhalasyon (koklama) ile Uygulama         

         Kokular, çağlar boyunca ruhsal bağlantı kurmak ve bu bağlantıyı kuvvetlendirmek için kullanılan en önemli aracılardan biri olmuştur. Aromaterapi denildiğinde ilk akla gelen güzel bir kokunun koklanmasıdır. Aromaterapi sadece güzel kokudan ibaret değildir ama kokunun etkisinden çok faydalanır. İnhalasyon esansiyel yağların vücuda en hızlı absorbe edildiği yöntemdir. Esansiyel yağları kokladığımızda koku bileşenleri çok hızlı bir şekilde hem akciğerlere hem de beyne gider.

 
Gripte ve sinüzitte inhalasyon yöntemi en fazla tercih edilen yoldur. Direkt şişeden koklama veya mendil üzerine damlatılarak koklama kullanılabilecek diğer yöntemlerdir. İnhalasyon ile daha rahat nefes alıp verme sağlanabilir ve uyku düzenlenebilir. Yapılan araştırmalara göre beynin koku ile ilgili bilgi alan iki bölümü vardır: Serebral korteks ve limbik sistem. Bu bölümler bizim, bilinç, muhakeme, doğrulama ve hafıza süreçlerimiz ile birlikte duygu veya dürtü olarak bilinen içgüdüsel davranışlarımızı kontrol eder. Kokular, duygusal hafıza ve öğrenmede önemli rol oynarlar.
                                           


 Buhar inhalasyonu
: İçi sıcak su dolu bir kaba uçucu yağ ekleyip baş üzerine havlu koyarak nefes alınıp verilir. Halk arasında buğu olarak bilinen bir yoldur. Daha çok soğuk algınlığında kullanılır. Uçucu yağ burun yolu ile alınıp akciğerlere kadar ulaşır.                                                                                           Diffuser: Uçucu yağlar buhar makinası içine konulur. Buhar içindeki uçucu yağ ortama dağılır. Hava temizlenir ve nasal pasajlar açılır.                            

Oral (Ağızdan) Uygulama

Esansiyel yağların ağızdan kullanımı, modern ilaçların keşfinden önceki dönemlere kadar uzanır. Tarçın, karanfil, nane, sandal ağacı, ökaliptus sıkça kullanılanlar arasında listelenmiştir. Ağızdan uygulamalar, bazı enfeksiyonlarda ve sindirim rahatsızlıklarında etkin bir şekilde kullanılır. Yapılan çalışmalarda uyku düzensizlikler, endişe durumlarındaki yararlarından bahsedilmektedir. Bazı esansiyel yağlar, tıbbi çaylar ile (dekoksiyon, infüzyon, maserasyon), uygun bir çözücü (bal gibi) içerisinde veya jel kapsüller ile verilmektedir. Uçucu yağların oral kullanımında doktora ve eczacıya danışılmalıdır.

                                      AROMATERAPİNİN UYGULAMA ALANLARI

 Aromaterapi temel olarak üç dala ayrılır.

  • Estetik Aromaterapi (Güzellik ve bakım amaçlı)

Doğal kokular ile üretilen parfümler, cilt ve vücut ürünleri, kişisel bakım ürünleri, ortam kokulandırmaları bu grupta yer alır.

  • Klinik Aromaterapi

Klinik aromaterapi, spesifik olarak bir klinik semptomu hedefler ve terapi sonrası çıktıları ölçümler. Gastrointestinal sorunlar, astım, baş ağrısı, yüksek ateş, alt ve üst solunum yolu enfeksiyonları, uykusuzluk, yorgunluk, dermatolojik hastalıklar, kadın-doğum rahatsızlıkları gibi durumların tedavisinde antispazmodik, antiviral, antifungal, antibakteriyel ve sedatif etkileri nedeniyle kullanılmaktadır

  • Holistik Aromaterapi

Kişiyi bedensel, zihinsel ve ruhsal yönleriyle bir bütün olarak ele alır ve değerlendirir.

                                      UYGULAMA ESNASINDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER!

1-Kullanılan Uçucu Yağın Kalitesi

      Kozmetik veya tedavi amaçlı kullanılan uçucu yağların saflığı, doğallığı ve işleniş biçimi ve katışıksız olması güvenli kullanım için en önemli konuların başında gelir. Herhangi bir uçucu yağ satın alırken yağın mutlaka koyu renk cam şişede olmasına dikkat edilmelidir. Şişenin üstünde Türkçe veya İngilizce bitkinin isminin yanısıra mutlaka bitkinin Latince nomenklatür adının da olması çok çok önemli bir detaydır. Bu sayede yağın sadece nane yağı olduğunu değil hangi nane yağından yapıldığını bilebilir. Örnek olarak çocuklar için kullanımı uygun olan nane yağını (Mentha spicata) uygun olmayan nane yağından (Mentha piperita) ayırt edebilmiş oluruz. 

         Ayrıca şişenin üstünde son kullanma tarihi/dolum tarihi/seri numaralarından herhangi birinin de olması yine güvenli kullanım açısından önemli bir detaydır. Uçucu yağların pompalı cam damlalıklı şişelerde değil kendi özel menfez azaltıcı damlalıklı kapaklarıyla şişelenmiş olmaları da yine yağların kalitesini direk etkileyen unsurlardan biridir.

2-Kullanılan Yağın Aktif Kimyasal Bileşenleri

           Uçucu yağların tedavi edici güçleri ve etkileri içlerindeki bileşenlere göre değişir. Bazı uçucu yağlar cildi tahriş edebilecek bileşenlere sahiptir ve bu tip uçucu yağların seyreltilmeden cilde uygulanılmaması her zaman için en doğru karardır. Örneğin Sitronella uçucu yağı yüksek miktarda Aldehid grubundan sitronelal içerir ve bu gruptaki uçucu yağlar cilde seyreltilmeden uygulandığında cildi tahriş edebilir. Seyreltilerek doğru kullanımı şifa olacakken yanlış uygulaması ile aynı uçucu yağı zararlı bir hale de gelebilir.

         Seyreltilmeden kullanımı sakıncalı olan bir başka grup uçucu yağ da fenollerdir. Karanfil uçucu yağı yüksek miktarda öjenol içerir ve bu gruptaki yağlara bir örnektir. Bu bileşenler açısından zengin olan uçucu yağları, cilde uygulamadan önce her zaman seyreltmek gerekmektedir. Bu uçucu yağları diğer uçucu yağlardan daha düşük yoğunlukta seyreltmek daha doğrudur. Bir diğer opsiyon da bu tip yağları cildi onarmasıyla bilinen örneğin Lavanta gibi diğer yağlarla birlikte kullanmaktır.

3-Uygulama Yöntemleri

    Uçucu yağlar yoğunlukla buhar soluması, inhilatör tüplerden içe çekilerek veya oda difüzerlerinden ortama yayılarak yani olfaktör sistem yöntemi ile veya deri üzerinden nüfus ettirilerek dermal yöntemlerle kullanılabilirler. Bu yöntemler içinde her zaman en güvenli yöntem soluma/koklama yöntemidir. Uzun süreli doz aşımlarına maruz kalınmadığı sürece oda difüzerlerinin veya koklama tüplerinin bir sağlık riski teşkil etmesi ihtimali çok düşüktür.

Nadiren de olsa bazı uçucu yağların dahili kullanımı da uygun olabilir ancak bu tamamen doktorunuzun onayıyla tercih dilebilecek bir yöntemdir. Kendi kendinize hiç bir uçucu yağı doktorunuz tavsiye etmediği sürece içmeyin, kimseye de içmesini salık vermeyin. Bazı yağlar sadece dermal kullanım için uygundur, örneğin Çay ağacı yağı çok etkili bir anti fungal yağ olması ile bilinir ancak kullanımı deri ve koklama yöntemleri ile sınırlıdır, içildiği taktirde ölümcül sonuçlar doğurabilir.

4-Uygulanacak Doz / Seyreltme

         Genelde bütün aromaterapi uygulamalarında uçucu yağların oranı formülün sadece %1 ve %5’i arasındadır ve normal şartlarda bu oran ciddi bir risk teşkil etmez. %5’in üzerine çıkılan yoğunluklarda ise uygulanan uçucu yağa, kullanım sıklığına ve kişinin genel sağlık durumuna göre de bağlı olarak dermal tahriş veya diğer reaksiyonlar baş gösterebilir. İstenmeyen durumlarla karşılaşmamak için uçucu yağları önerilen miktarlardan daha uzun süreli kullanmayın ve aşinası olmadığınız uçucu yağları kullanmadan önce doğru seyrelttiğinizden emin olun.

5-Cildin Genel Durumu

         Yaralı, hastalıklı veya iltihaplı cilt genellikle uçucu yağlar için daha geçirgendir ve dermal reaksiyonlara daha duyarlı olabilir. Bu durumda cilt normalden daha fazla yağ emilebilir. Saflığından ve kalitesinden emin olmadığınız uçucu yağları açık yaralı, tahriş olmuş, iltihaplı cilde uygulamayın. Ciltte açık yara, güneş yanığı veya benzer bir hassasiyet varsa hangi yağları ne şekilde kullanabileceğinizi bu işin eğitimini almış bir uzmana danışmadan cilde herhangi bir müdehalede bulunmayın.

6-Kişinin Yaşı ve Genel Sağlık Durumu

Bebekler, küçük çocuklar ve yaşlılar ciltleri de daha hassas olduğu için uçucu yağ kullanımından daha fazla etkilenirler. Duruma göre değişse de bebekler ve çocuklarda güvenli olan seyreltme oranı % 0.5 ile %2.5 oranı arasındadır. Bazı uçucu yağların ise bebeklerde ve çocuklarda kullanımı uygun değildir, kullanılacaksa bile çok düşük oranlarda uzman kontrolünde kullanılmalıdır. Aynı şekilde hamileler ve emzirenler de; bazı uçucu yağların etken maddeleri plasentadan geçebileceği veya süt yoluyla bebeğe geçebileceği için yine belli yağlardan uzak durmalılar. Düzenli ilaç kullananlar, doktor gözetiminde olanlar da uçucu yağların etken maddeleri kullandıkları ilaçlarla etkileşime girebileceği için doktora danışmadan uçucu yağ kürlerine başlamamalıdır.

   

ANTİVİRAL ETKİLİ UÇUCU YAĞLAR

Bitkilerden elde edilen uçucu yağlar içeriğindeki etken maddelere göre birçok önemli aktiviteye sahiptir. Bu önemli aktivitelerden bazıları antibakteriyel, antiseptik, antifungal, antispazmodik, antioksidan ve antiviral aktivitedir.

Dünyanın birçok bölgesinde viral kaynaklı solunum yolu semptomlarının giderilmesinde uçucu yağlar uzun yıllardır kullanılmaktadır. Uçucu yağlarda yapılan antiviral çalışmalar daha çok uçucu yağların HSV-1, HSV-2, HAV’a etkililiği üzerinedir. Uçucu yağların antiviral etkinliğini gösteren çalışmalar influenza, SARS, MERS gibi üst solunum yolunu etkileyen virüsler üzerine etkililiği sorgulatmaktadır.

2019 sonu itibariyle hayatımıza giren ve salgına sebep olan Koronavirüsler, hayvanlarda veya insanlarda hastalığa neden olabilecek büyük bir virüs ailesidir. İnsanlarda, birkaç koronavirüsün soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli hastalıklara kadar solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğu bilinmektedir. Yeni Koronavirüs Hastalığına da SAR-CoV-2 virüsü neden olmaktadır.

Bu çalışmada 6 cins bitkiden elde edilen uçucu yağların antiviral etkinlik çalışmalarına yer verilmiştir.

 

Eucalyptus globulus (Ökaliptus): Myrtaceae familyasındaki aynı cinsten 300’ü aşkın ağaç ya da ağaççık türünün genel adı Ökaliptüstür. Ülkemizde ökaliptusun yaşamasına uygun olan Ege ve Akdeniz kıyı şeridinde sıcak, bol güneşli ve sulak yerlerdeki bataklıkları kurutmak, odunundan yararlanılmak üzere sıkça yetiştirilir. Türkiyede en çok yetiştirilen E. camaldulensis ile E. globulus türleridir. Ökaliptol (1,8 sineol), tüm ökaliptüs bitkilerindeki ökaliptüs yağında bulunan ana bileşendir Ökaliptol, renksiz bir sıvı olan doğal bir organik bileşiktir. Bir siklik eter ve bir monoterpenoiddir. Bitki yaprakları ayrıca yüksek oranda sineol, acı madde ve tanen içerir.

Flavonoidler, terpenoidler ve uçucu yağındaki fenolikler gibi çeşitli bileşiklerin antiviral biyoaktivite gösterdiği bildirilmiştir.     

2020 yılının Mart ayında, COVID-19’a karşı yapılan bir çalışmada Eucalpytus globulus uçucu yağının antiviral etkisi üzerine çalışmalar yapıldı. COVID-19 Mpro( anaproteaz enzimi ) için potansiyel inhibitör adayları olarak ‘’ ökaliptol ‘’ araştırıldı. Bu çalışmanın amacı, COVID-19 enfeksiyon yolunu inhibe etmek için kullanılabilecek ökaliptüs uçucu yağında ki ökaliptolü(1,8 sineol) incelemektir.

COVID-19 tedavisinin ana hedefi bir RNA enzimi olan ana proteaz (Mpro) üzerinde inhibitör etki gösterdiği bulunmuştur. Ökaliptol bileşiklerindeki hidroksi gruplarının (-OH), keton gruplarının (= O) ve eter gruplarının (-O-) COVID-19 Mpro'nun aktif bölgesinde amino asit kalıntısı etkileşimlerinde rol oynadığı tahmin edilmektedir.

Melaleuca alternifolia  Myrtaceae familyasında her zaman yeşil renkli 6 metre yüksekliğinde bir ağaçtır. Vatanı Avusturalya'dır. Bu bitkiden elde edilen uçucu yağ ‘’Tea Tree Oil’’ olarak da bilinir. Bu uçucu yağ, açık sarı renklidir. Ökaliptüs kokusundadır. Uçucu yağın kimyasal bileşiminde sineol (% 1,8:9,1), terpinen-4-ol'(%31), Alfa-terpineol (%3,5) , P-Zymen (%16,4) bulunur. Uçucu yağ, Avusturalya'nın yazı olan Ekim-Mayıs arasında oluşur. Ağaç yağmurlu iklim sever. Yağ, özellikle Staphylococcus, Streptococcus ve Candida albicans'a karşı aktiftir. Antiviral ve Antifungal etkisi de vardır.

 

​                 Yapılan çalışmalarda çay ağacı yağı, Herpes Simpleks Virüsü tip-1'e (HSV-1) karşı in vitro antiviral aktivite göstermiştir. Bu uçucu yağın HSV'yi  inhibe ettiği gözlenmiştir.

  Bir diğer çalışmada Melaleuca alternifolia uçucu yağının, tütün mozaik virüse (TMV) karşı antiviral aktivite gösterdiği ve aşılamadan sonraki on gün boyunca Nicotiana glutinosa'nın lezyon sayısını kayda değer ölçüde azalttığı gözlenmiştir.

            2018 yılında yapılan başka bir çalışmada  in vivo antiviral etkiyi değerlendirmek ve kıyaslamak için Melaleuca alternifolia uçucu yağı (TTO) ve Olea europaea (OLE) kullanılmıştır. Melaleuca alternifolia (TTO) ve Olea europaea yaprakları (OLE), vero hücre çizgisi kültüründe enfeksiyon başlamadan önce 10 µl dozunda uygulandığında önemli ölçüde avian influenza (kuş gribi) virüsü alt tipleri olan; H7N3 ve H9N2’ne karşı Anti-avian etki potansiyeli göstermiştir. Vero hücre hattı üzerine aşılandığında, çay ağacı yağı özütünün maksimum dozu (10ul), AIV-H7'ye kıyasla önemli ölçüde daha yüksek anti AIV-H9 etki göstermiştir.



Melissa oficinalis, Lamiaceae familyasına ait, Türkçede Oğul otu veya Melisa olarak bilinen, 20–150 cm arasında uzayabilen hoş kokulu, çok yıllık bir bitkidir. Dünyadaki Melissa officinalis örneklerinin içerikleri incelendiğinde; β-pinen, Limonen, Linalol, Sitronellal, Neral, Geraniol, Geranial, Geranil asetat, β-karyofilen, karyofilen oksit maddelerini içedikleri belirlenmiştir.

Labiatae familyasındaki aromatik bitkilerin, anti-HIV-1 aktivitesi, in vitro olarak değerlendirilmiştir. 46 bitki türünden elde edilen 51 örnek arasında 45 ekstrakt, MT-4 hücrelerinde HIV-1 kaynaklı sitopatojenisiteye karşı önemli önleyici etkiler göstermiştir. Melissa officinalis’in sulu ekstreleri de bu bitkiler arasında yer almaktadır.

Melissa officinalis uçucu yağının ana bileşenleri olan sitral ve sitronellal, HSV-2'nin (Tip-2 Herpes Simpleks Virüsü ) replikasyonunu inhibe edebilir. 

Yapılan bir çalışmaya göre M. officinalis’in uçucu yağının bileşenlerinin, tip-2 Herpes simpleks virüsünün HEp-2 hücrelerindeki replikasyonu üzerindeki etkisini araştırılmıştır. Uçucu yağlar, dört farklı konsantrasyonda (25, 50, 100, 150 ve 200 Чg/mL) incelendi. Deneyler HEp-2 hücreleri kullanılarak gerçekleştirildi. M. officinalis uçucu yağının 100 Чg/mL’ye kadarki konsantrasyonlarında HEp-2 hücreleri için nontoksik olduğu bulunmuştur. Ancak 100 mikrog/mL’lik konsantrasyonun üzerinde hafif toksik olduğu bulunmuştur. Nontoksik konsantrasyonlarında antiviral aktivitesi HSV-2’ye karşı test edilmiştir. HSV-2’nin replikasyonuinhibe edilmiştir, bu durumda M. officinalis ekstraktının antiviral etki gösterdiği bulunmuştur.

Diğer bir çalışmada M. officinalis uçucu yağı ve Noseltamivirin invitroantiviral aktivitesi ve bunların kuş gribi virüsü (AIV) alt tipi H9N2 üzerindeki sinerjik etkisi değerlendirilmiştir. Çeşitli miktarlarda Melisa uçucu yağının grip virüsü replikasyonunu azalttığını tespit etmişlerdir. Bununla birlikte, antiviral ajan olan Seltamivir ile birlikte uygulandığında etkinliği artmıştır.

Yapılan bir çalışmada Citrus sinensis, Citrus paradisi, Citrus lemon ve Rosmarinus officinalis’den elde edilen uçucu yağların Hepatit-A virüsünün viral yükünü azaltmadaki etkinliği araştırılmıştır.

Burada, dört uçucu yağın viral yükleri azaltmadaki etkinliği incelenmiştir. Kullanılan meyvelerde Hepatit-A virüsü (HAV) bulunmaktadır ve taze meyve üretiminde viral kontaminasyonu azaltmak veya ortadan kaldırmak için potansiyel kullanımları değerlendirilmiştir. Bunu yapmak için limon (Citrus lemon), tatlı portakal (Citrus sinensis), greyfurt (Citrus paradisi) ve biberiye  (Rosmarinus officinal’in 1,8 sineol kemotipi) değerlendirilmiştir.

Hücre enfektivitesindeki en büyük azalma, Rosmarinus officinalis uçucu yağı (yaklaşık 3 log TCDI50 / ml), ardından Citrus paradisi ve Citrus lemon uçucu yağları için gözlenirken, Citrus sinensis uçucu yağı, HAV enfektivitesini> 2 logTCDI50 / ml oranında azaltmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı değildi. Bu dört uçucu yağın HAV enfektivitesine karşı etkinliğini değerlendiren ilk çalışmadır. Rosmarinus officinalis, meyveler üzerindeki viral titreyi azaltmada en etkili uçucu yağdı ve bunu Citrus paradisi  ile Citrus lemon izledi.

Sonuç olarak  Rosmarinus officinalis, Citrus paradisi ve Citrus lemon uçucu yağları oda sıcaklığında 1 saat inkübasyondan sonra Hepatit-A virüsü (HAV) titrelerini önemli ölçüde azalttı. (tedavi edilmemiş kontrol grubu ile karşılaştırıldığında)


Mentha × piperita L. Lamiaceae familyasına ait M.aquatica ile M.spicata'nin melezi olan bir kültür bitkisidir. Nane yağı su ile seyreltilip dahili olarak gastrointestinal spazm, şişkinlik ve karın ağrısının semptomatik rahatlamasında kullanılır. Geleneksel olarak da öksürük ve soğuk algınlığı ile ilişkili semptomların giderilmesi için inhale olarak ve lokalize kas ağrısının rahatlaması, hafif gerginlik durumlarında baş ağrısı ve sağlıklı cildin kaşıntılı durumlarında semptomatik olarak topikal uygulanır. Nane yağı enterik kaplı kapsüller irritabl bağırsak sendromunda (IBS) İngiltere'de lisanslanmıştır.

 

Nane uçucu yağının antispazmodik, analjezik, antimikrobiyal, antioksidan ve koloretik etkileri bildirilmiştir.

Uçucu yağının ana bileşenleri %30-55 mentol, %14-32 menton, %2-10 izomenton, %6-14 1,8-sineol, %1-5 limonendir.

Schuhmacher ve ark. tarafından nane yağının HSV-1 ve HSV-2 üzerinde yapılan çalışmada yağın toksik olmayan konsantrasyonlarında HSV-1 için %82, HSV-2 için %92 oranında plak oluşumunda bir düşüş yaratırken, yağın yüksek konsantrasyonlarında ise her iki HSV’nin etkisini %90’dan fazla bir oranda azalttığı gözlemlenmiştir.

 



Thymus vulgaris (kekik) Labiatae familyasına ait bir bitkidir. Toprak üstü kısımları ve uçucu yağı kullanılmakla birlikte ülkemizde doğal olarak yetişmemektedir. Kemotipe göre değişen uçucu yağın (yaklaşık %2.5) % 70 kadarı timol ve bununla birlikte karvakrol, ρ-simen, linalool, α-terpineol ve thujan-4-ol içerir Thymus uçucu yağı spazmolitik, antimikrobiyal, antialerjik, antienflamatuvar, antioksidan etkilere sahiptir.

​               Thymus vulgaris uçucu yağı ile yapılan bir çalışmada uçucu yağın HSV-2’ye olan etkisi araştırılmıştır. Bunun için asiklovire karşı uçucu yağların antiviral etki şekillerinin belirlenmesi için viral nontoksik dozlarda enfeksiyondan önce, adsorpsiyon sırasında ve konak hücre penetrasyonundan sonra uygulanmıştır. Kültür ortamına uçucu yağlar veya asiklovir eklenerek 1 saat 37 C.'de inkübasyona bırakılmıştır.

Maksimum sitotoksik olmayan uçucu yağ konsantrasyonlarında HSV-2’nin pre-inkübasyon aşamasında plak oluşumu önemli ölçüde azalmıştır (%90).

Bu uçucu yağlar adsorpsiyon döneminde eklendiğinde ise virüs titreleri ya azalmamış ya da sadece orta derecede azalma görülmüştür. Bu sonuçlar, incelenen uçucu yağların virüsidal etkisinin esas olarak HSV'nin konakçı hücrelere adsorpsiyonundan önce uygulanması gerektiğini gösterir.

Yapılan çalışmada kekik yağı, virüsün hücrelere adsorpsiyonunda ılımlı bir azalma (yaklaşık %40) göstermiştir.


Salvia officinalis (Tıbbi adaçayı) Lamiaceae familyasına ait, yaprakları, çiçekleri ve uçucu yağı kullanılan ve Türkiye’de kültürü yapılan bir bitkidir. Bitki halk arasında, gaz söktürücü, antiseptik, kuvvet verici ve uyarıcı etkilerden dolayı dahilen ve haricen kullanılır. Salvia officinalis %1-2.5 uçucu yağ içerir ve uçucu yağında %30-50 α- ve β- tuyon, kafur, %15 sineol ve %10 borneol bulunmaktadır. Ağız ve boğaz enfeksiyonlarında kullanılmaktadır. Ayrıca, aromatik, tonik, karminatif ve terlemeyi önleyici etkilerli de vardır. 

 

            Topraküstü kısımlarında bulunan diterpenler Vesicular stomatitis  virüse karşı antiviral etki göstermiştir. Adaçayı yağı, Gram (+) ve Gram (-) bakterilere karşı filamentli mantar ve mayalara karşı bakterisit ve fungusit etki göstermiş, ayrıca  Porphyromonas gingivalis'in kollojenolitik aktivitesini güçlü inhibe etmiştir. 

  Salvia fruticosa (Türk adaçayı) herbasından diğer adaçayı türlerine göre daha fazla uçucu yağ elde edilmektedir. Salvia fructicosa türünden sineol içeriği zengin elma yağı adı verilen bir yağ elde edilir. S. Fruticosa gaz söktürücü, ter kesici ve idrar arttırıcı olarak, haricen yara iyi edici, antiseptik olarak geleneksel olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte antimikrobiyal, antihipertensif, kan şekeri düşürücü ve spazmolitik etkilerinden dolayı da önemlidir. Uçucu yağı, %60-64 civarında 1,8-cineole (ökaliptol), %8.2 kafur ve %5’in altında tuyon türevleri taşımaktadır. Salvia fruticosa’da tuyon oranı Salvia officinalis’e göre daha düşük olduğundan çay seklinde tüketime daha uygundur.

Yapılan bir çalışmada Salvia fruticosa uçucu yağının insanda patojen olan HSV -1 üzerine etkisi incelenmiştir.

Çalışmada S. futicosa uçucu yağının 1,8-sineol, kafur ve tuyon bileşenlerinin 24, 48 ve 72 saatlik maruziyette, farklı derişimlerde viral canlılığa ve plak oluşturmaya etkisine bakılmış ve buna göre bütün bileşenlerin antiviral etkinliği bulunmakla birlikte en yüksek virüsidal aktiviteyi tuyon göstermiştir.

KAYNAKLAR

http://www.aromaterapidernegi.com/aromaterapi.html

Alkanat, H.Ö. (2015). “Aromaterapi” (Ed. Mürüvvet Başer, Sultan Taşçı), Kanıta Dayalı Rehberleriyle Tamamlayıcı ve Destekleyici Uygulamalar, ss.42-44, Akademisyen Tıp Kitabevi, Ankara

Buckle, J. (2015). ClinicalAromatherapy, Churchill Livingstone, New York.

https://platformessencia.com/ucucu-yaglar-ve-koronavirus/

http://eczacininsesi.com/?yon=haber&id=10218

https://naha.org/   (NAHA - NationalAssociation of HolisticAromatherapists )

Sharma, A.D.; kaur, I. Eucalyptol (1,8 cineole) fromEucalyptusEssentialOil a PotentialInhibitor of COVID 19 CoronaVirusInfectionbyMolecularDockingStudies 

Goodger J.Q.D., Senaratne S.L., NicolleD.,Woodrow I.E., 2016. Correction: FoliarEssentialOilGlandsofEucalyptusSubgenusEucalyptus(Myrtaceae) Are a Rich Source of FlavonoidsandRelatedNon-VolatileConstituents. PLOSONE 11(5):e0155568.


Zakaryan H., Arabyan E., Oo A., Zandi K., 2017. Flavonoids: promisingnaturalcompoundsagainstviralinfections. Arch. Virol., 162, 2539–2551,

Yararlı ilaçlar, 8.baskı, Amerikan Tıp Derneği, 1930

D. BishopChris, Antiviralactivity of theessentialoil of Melaleucaalternfolia (maiden &betche) cheel (teatree) againstTobaccomosaicvirus, J. Essent. OilRes. 7 (Nov/Dec 1995) 641–644.


AkramAstani, JurgenReichling, Schnitzler Paul, Comparativestudy on theantiviralactivity of selectedmonoterpenesderivedfromessentialoils, J. Phytother. Res. 24 (2010) 673–679.


P. Schnitzler, A. Astani, J. Reichling, Screeningforantiviralactivities of isolatedcompoundsfromessentialoils, Evid. BasedComplementAltern. Med. 2011 (2011) 2536438pages.


MicrobialpathogenesisVolume 134, September 2019, Article 103580


Citation: MohammadDanishMehmood et al. Ijppr.Human, 2018; Vol. 14 (1): 7-19.


Pourghanbari G, Nili H, Moattari A, Mohammadi A, Iraji A. Antiviralactivity of theoseltamivirand

Melissaofficinalis L. essentialoilagainstavianinfluenza A virus (H9N2). VirusDisease. 2016; 27:170-178.


Battistini, R., Rossini, I., Ercolini, C. et al. Antiviral Activity of EssentialOilsAgainstHepatitis A Virus in SoftFruits. FoodEnvironVirol 11, 90–95 (2019). https://doi.org/10.1007/s12560-019-09367-3


Sánchez, G., &Aznar, R. (2015). Evaluation of naturalcompounds of plantoriginforinactivation of entericviruses. FoodandEnvironmentalVirology, 7(2), 183–187.


Allahverdiyev, A., Duran, N., Ozguven, M., Koltas, S., (2004). Antiviralactivity of thevolatileoils of Melissaofficinalis L. againstHerpessimplexvirus type-2. Phytomedicine, 11(7-8), 657-61.


Yamasaki, K., Nakano, M., Kawahata, T., Mori, H., Otake, T., Ueba, N. ve diğerleri. (1998). Anti-HIV-1 activity of herbs in Labiatae.Biological&PharmaceuticalBulletin, 21(9), 829-833.


Patora, J.,Klimek, B., (2000). Flavonoidsfromlemonbalm (Melissaofficinalis L., Lamiaceae).ActaPolPharm, 59(2), 139-43

Codellas SP. Alcmaeon of Croton: His Life, Work, andFragments. Proceedings of theRoyalSociety of Medicine 1931-1932; 25: 1041–1046. 2. Doty WR. Alkmaion’sdiscoverythatbraincreatesmind: A revolution in humanknowledgecomparabletothatCopernicusand of Darwin. Neuroscience 2007; 147 (3): 561-568.

Olsen CB. AustralianTeaTreeOil. KaliPress 1992.

Çakır NT, KaleağasıS,Kökdil G. Umut Vaat Eden Bir Antimikrobiyal: TeaTreeOil (Çay Ağacı Yağı) Ankara Ecz. Fak. Derg. 2005; 34 (4): 315-32

EMEA. (2008a) Assessmentreport on Mentha × piperitaL., folium. EuropeanMedicinesAgencyhttp://www.ema.europa.eu/docs/en_GB/document_library/Herbal__HMPC_ assessment_report/2010/01/WC500059394.pdf (accessedAugust 2013).

EMEA. (2008b) Assessmentreport on Mentha × piperitaL., aetheroleum. EuropeanMedicinesAgencyhttp://www.ema.europa.eu/docs/en_GB/document_library/Herbal_-_HMPC_assessment_report/2010/01/WC500059311.pdf (accessedAugust 2013).

WHO. (2004) WHO Monographs on SelectedMedicinalPlants. Vol. 2. WHO, Geneva, 358pp.

Williamson EM, Driver S, Baxter K. (Eds.) (2013) Stockley'sHerbalMedicinesInteractions.2nd Edition. PharmaceuticalPress, London, UK.

PharmaceuticalPressEditorial Team. (2013) HerbalMedicines. 4th Edition. PharmaceuticalPress, London, UK.

Schuhmacher, A, Reichling, J, Schnitzler, P, Virucidaleffect of peppermintoil on theenvelopedvirusesherpessimplexvirustype 1 andtype 2 in vitro, Phytomedicine, 2003; 504-

510.

WHO. (1999) WHO Monographs on SelectedMedicinalPlants. Vol. 1. WHO, Geneva, 295pp.

Koch C, Reichling J, Schneele J, Schnitzler P. 2008.  Inhibitoryeffect of essentialoilsagainstherpessimplexvirustype 2. Phytomedicine15 (2008) 71–78

Bayrak, A. ve Akgül, A. (1987) Composition of essentialoilsfromTurkishSalviaspecies, Phytochemistry, 26 (3), 846-847.

Ceylan, A. (1987) Tıbbi Bitkiler II (Uçucu Yağ İçerenler), Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, İzmir, Bornova, 481s.

Baydar, H. (2005) Tıbbi, Aromatik ve Keyf Bitkileri Bilimi ve Teknolojisi, 1. Baskı, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınları, Isparta, 216s.

Gabriel, A., 1996. Etherischöl-Untersuchungen an Salviatriloba L. Windsammlungenaus der Westtürkei. Justus-LiebigUniversitatGieben. InstututfürPflanzenbauundPflanzenzüchtung I. Giessen.

Bayram, E. (2001) Batı Anadolu florasında yetişen Anadolu adaçayı (SalviafruticosaMill.)’nda uygun tiplerin seleksiyonu üzerinde araştırma, TurkishJournal of AgricultureandForestry, 25: 351-357.

Cao, G., Alessio, H. M. ve Cutler, R. G. (1993) Oxygen-radicalabsorbancecapacityassayforantioxidants, Freeradicalbiologyandmedicine, 14 (3): 303-311.

Lima, C. F., Andrade, P. B., Seabra, R. M., Fernandes-Ferreira, M. ve Pereira-Wilson, C. (2005) Thedrinking of a Salviaofficinalisinfusionimprovesliverantioxidantstatus in miceandrats, Journal of ethnopharmacology, 97 (2): 383- 389.

El-Sayed, N. H., El-Eraky, W., Ibrahim, M. T. ve Mabry, T. J. (2006) Antiinflammatoryandulcerogenicactivities of Salviatrilobaextracts, Fitoterapia, 77 (4): 333-335.

Karık, Ü. (2013) Marmara Bölgesindeki Anadolu Adaçayı (SalviafruticosaMill.) Populasyonlarının Morfolojik ve Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi, Kültüre Alınma Olanaklarının Araştırılması, Doktora Tezi, Namık Kemal Üniversitesi, Tekirdağ, 139 s.

Zeybek, N. ve Zeybek, U. (1994) Farmasötik Botanik, 1.Baskı, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları, İzmir, 436s.

Bayram, E., Ceylan, A. ve Geren, H. (1999) Anadolu adaçayı (SalviafruticosaMill.) ıslahında geliştirilen klonların agronomik ve kalite özellikleri üzerinde araştırma, Türkiye 3. Tarla Bitkileri Kongresi, 2. Cilt: 212-217.

Sivropoulou A, Nikolaou C, Papanikolaou E, Kokkinİ S, Lanaras T, Arsenakis M. Antimicrobial, Cytotoxic, andAntiviralActivities of SalviafructicosaEssentialOil. J. Agric. FoodChem. 1997, 45, 3197-3201.

Baytop, T., Türkiye'de Bitkiler ile Tedavi (Geçmişte ve Bugün), İlaveli 2. Baskı,Nobel TıpKitabevleri, İstanbul (1999).

Cahalcat, J.C., Michet, A., Pasquier, B., Study of clones of Salviaofficinalis L. yieldsandchemicalcomposition of essentialoil, Flav. Frags., 13, 68-70 (1998).

Couladis, M., Tzakou, O., Mimica-Ducis, N., Jancic, R., Stojanovic, D., Essentialoil of Salviaofficinalis L. fromSerbiaandMontenegro. Flav. Fragr. J., 17, 119-126 (2002).

Commission E Monographs: The Complete GermanCommission E Monographs: Therapeutic Guide toHerbalMedicines, (eds. Blumenthal, M., Busse, W.R.), 1st ed., AmericanBotanicalCouncil, Lippincott Williams &Wilkins, Austin TX (1998).

ESCOP Monographs 2nd ed. Thieme, New York NY (2003).

Tada, M., Okuno, K., Chiba, K., Ohnisi, E., Yoshii, T., Antiviralditerpenesfrom SalviaofficinalisPhytochemistry35, 539-541 (1994).

https://covid19bilgi.saglik.gov.tr/tr/covid-19-yeni-koronavirus-hastaligi-nedir



 

                            


                                                                                                

Bugünlerde zerdeçal tüketiminin insan sağlığını destekleyerek bir çok hastalığa karşı faydalı etkiler gösterebileceğine dair görüşler bulunmaktadır. Sağlık üzerine etkilerini kanıtlamak için pek çok bilimsel çalışmanın yapılması ve son zamanlarda popülerliğinin artması ile bitkiye olan ilgi de artmıştır. Çok sayıda çalışma, çeşitli hastalıklara karşı kurkumin takviyesinin potansiyel yararlı etkilerini ortaya koysa da bu çalışmalar yeterli değildir ve etkinliğini ispatlamak için daha fazla kanıta ihtiyaç olduğu görülmektedir.

Bu açıdan, yazımızda zerdeçal bitkisi ve ana bileşeni kurkumin’in genel özelliklerini, insan sağlığı ve bazı hastalıklar üzerine potansiyel etkilerini ve bitkiyi kullanırken dikkat edilmesi gereken hususları başlıklar halinde özetledik.

Geçmişten Günümüze Zerdeçalın Tıbbi Kullanımı

Zerdeçal ülkemizde doğal olarak yetişmediğinden geleneksel kullanılışı yoktur. Ama Geleleneksel Uzakdoğu tedavilerinde ayrı bir yeri olduğu belirtilmekte ve yüzyıllardır kullanılmaktadır. Hint tedavi sistemi olan Ayurveda’da çeşitli solunum sistemi (astım, alerji, öksürük) ve karaciğer rahatsızlıkları, diyabetik yaralar, eklemlerde burkulma, şişlik, morluk gibi durumlarda ve romatizmal ağrılarda kullanıldığı, Geleneksel Çin Tıbbında ise özellikle karın bölgesindeki ağrılarda kullanıldığı kayıtlıdır.

Batı bitkisel tıbbındaki ilgi ise alman bilim adamlarının bitkinin tedavi edici etkilerini araştırmaya başladığı 1950’li yıllardan sonra başlamıştır. O zamandan beri, kapsamlı in-vivo, in-vitro ve klinik çalışmalar, kurkumin'in çok çeşitli hastalıklara karşı terapötik potansiyelini gösteren antienflamatuar, antikanser, hipoglisemik, antioksidan, yara iyileştirici, antiviral ve antimikrobiyal aktiviteler gösterdiğini ortaya koymuştur.

Avrupa'da Curcuma longa başlıca dispeptik şikayetler, cilt problemleri, karaciğer hastalıkları ve enfeksiyonları için uzun bir süredir destekleyici olarak kullanılmaktadır.


Botanik Özellikleri

Curcuma longa L. bitkisi Zingiberaceae familyasının bir üyesi olup ülkemizde Zerdeçal ismiyle tanınır. Güney Asya'da; Çin, Hindistan, Endonezya, Malezya ve Kamboçya'da doğal olarak yetişen, yaygın olarak birçok tropik bölgede kültürü yapılan, çok yıllık bir bitkidir.

Zerdeçal, 1 m uzunluğa kadar yükselebilir. Zambak benzeri geniş koyu yeşil renkli yaprakları tabanda gövdeyi sarar, 50-80 cm uzunluğunda, 7-25 cm eninde ovat-lanseolat şekildedir. Kenarları dalgalı, ortada ana damar ve ondan paralel olarak uzanan yan damarlar bulunmaktadır. Yaprak sapları kısa tüylüdür.

Spika çiçek durumu silindirik şekilli, 10-15 cm boyunda ve 5-7 cm çapındadır. Çiçeklerdeki 2 adet brakte hafif yeşilimsi beyaz renkte, 5-6 cm uzunluktadır. Birbirinden ayrı, soluk sarı renkli çiçekler 5 cm uzunlukta olup, kaliks tüpsü, üç loplu, tek tarafı parçalı, benzersiz dişli desenli, korolla beyaz, hunimsi şekilli, petallar üç lopludur.

Ana kök yumru şeklinde, rizomlar parmak kalınlığında boğumlu, dışı kahverengi içi sarı veya kırmızımsı renktedir. Ana rizom 3 cm çapında ve 4 cm uzunluğunda, neredeyse oval şekillidir. Yanal rizomlar ise hafif kıvrıktır. 



Hastalıklar Üzerine Etki Mekanizmaları

Antienflamatuar etki: Yapılan in-vivo ve in-vitro çalışmalarda, bitki rizomlarında bulunan kurkumin maddesinin,

        Enflamasyonların çoğunda rol oynayan bir enzim olan 5-lipoksijenaz’ın ve COX-2'nin ekspresyonunu sınırlandırdığı ve tromboksan B2'yi inhibe ettiği,

        Transkripsiyon faktörü NF-kB'nin aktivasyonunu baskıladığı,

        TNF, IL-1, IL-6, IL-8 ve kemokinler gibi enflamatuvar sitokinlerin ve enflamasyonla ilişkili pek çok hücre yüzeyi adezyon molekülünün ekspresyonunu sınırlandırdığı ve bu nedenlerle antienflamatuvar etkinlik gösterdiği kaydedilmiştir.

Sitotoksik, Antitümör ve Antikanser etkiler: Yapılan invivo ve invitro çalışmalarda bitki içeriğinde bulunan kurkuminin farklı etki mekanizmalarıyla kanser üzerine etki gösterdiği gözlenmiştir. Bu mekanizmalar şu şekilde özetlenebilir.

        p53 gibi tümör baskılayıcı genlerin indükleyerek, kaspaz aktivasyonu yaparak ve  reaktif oksijen bileşiklerinin (ROS) ekspresyonunu azaltarak pek çok türde tümör hücre proliferasyonunu baskılanmıştır.

        Tümör hücrelerinde çokca oluşan tioredoksin redüktaza bağlanarak bu enzimi NADPH oksidaza dönüştürmüştür ve İntraselüler glutatyonun ekspresyonunu arttırmıştır.

        Göğüs, akciğer, böbrek ve prostat kanserleriyle yakından ilişkili, insan EGFR-2 (HER2)’nin ve tümör hücreleri için bir büyüme faktörü olan TNF'nin etkisini sınırlandırmıştır.

        Matriks metaloproteinazın (MMPs) ve hücre yüzey adezyon moleküllerinin sınırlandırılması yoluyla tümör yayılımını baskılamıştır.

        Apoptotik gen ürünlerini sınırlandırarak anjiogenezi baskıladığı, damar endotel gelişim faktörü (VEGF) ve fibroblast gelişim faktörünü sınırlandırdığı ve aynı zamanda COX2 ekspresyonunu olumsuz etkilediği ve TNF supresyonunu sınırlandırarak antitümör etki gösterdiğine dair kanıtlar vardır.

Diyabet üzerine etki: Kurkumin’in NF-kB'nin ve TNF'nin ekspresyonunu ve sinyalizasyonunu sınırlandırmak yoluyla insülin rezistansını azalttığı bunun sonucu olarak da insüline dirençli tip-II diyabet hastalarında ve in-vivo çalışmalarda antidiyabetik etki gösterdiği bildirilmiştir.

Kolestrol üzerine etki: Kurkuminlerin serum total kolesterol, serum trigliserit ve karaciğer kolesterol seviyelerini azalttığı bildirilmiştir. Aynı zamanda LDL'yi düşürüp HDL'yi yükseltiğine dair kanıtlar vardır.

Alzheimer üzerine etki: Kurkumin, amiloitle indüklenmiş enflamasyonu baskılayarak Alzheimer üzerine olumlu etkiler göstermiştir.

Karaciğer ve safra akışı üzerine etki: Kurkuminoitlerin safra akışının artışına neden olduğu ve daha düşük dozlarda safra asidi üretimini arttırdığı gözlenmiştir. Ek olarak kolesterol ve bilurubin sekresyonunu artırdığı ortaya konmuştur. Aynı zamanda in-vitro çalışmada hepatoprotektif etki göstermiştir.

Antioksidan ve hücre koruyucu etki: Yapılan in vivo ve in vitro çalışmalarda kurkuminlerin, süperoksit ve hidroksil radikallerini ve DPPH'yi güçlü süpürücü etkiye sahip olduğu kaydedilmiştir ve lipozomal lipid peroksidasyonunu ve peroksitle indüklenmiş DNA hasarını inhibe ettiği gösterilmiştir

Ülserden koruyucu etki: Yapılan bir in-vivo çalışmada gastrik sekresyonu, asit ve pepsin üretimini azaltarak antiülserojenik etki gösterdiği bildirilmiştir.

COVID-19 ve Zerdeçal

Son günlerde kurkuminin ACE2 proteinine bağlandığı ve bu nedenle ACE2 artışı sağlayan ajanların COVID-19 enfeksiyonuna yakalanma riskini artıracağına dair görüşler vardır. Zerdeçalı bu açıdan araştırdığımızda bilimsel literatürde yer alan bazı çalışmalarda fareler üzerinde farklı dozlarda kurkumin uygulanmasının ACE inhibitörü etki göstererek ACE2’yi artırdığına dair kanıtlar vardır. Düşük dozda Zerdeçal kullanımında bu etkiler görülmeyebilir. Ama yine de dikkatli olmak gerekir (Fazal, 2014; Pang, 2015; Kim 2019; Akinyemi, 2015; Rachmawati, 2015).

Bunun yanında zerdeçalın antiviral ve antienflamatuvar etki gösterdiği çok sayıda çalışma da mevcuttur. Özellikle çoklu viral enfeksiyonlarda ortaya çıkan vücudun aşırı agresif tepkisini antienflamatuvar etkiyle modüle etmeye yardımcı olabilir. 2015 yılında yayınlanan bir makalede, viral enfeksiyonlarda değerli bir husus olan “Sitokin salınımı ve Sitokin Fırtınasının” kurkumin tarafından baskılanabileceği desteklenmiştir (Sordillo, 2016).

Sonuç olarak zerdeçalın COVID-19 üzerine etkisine dair faklı görüşler mevcutur. Bazı uzmanlar, zerdeçalın vücudun bağışıklığına müdahale edebileceği ve bazı istenmeyen etkilere neden olabileceği  konusunda uyarmaktadır. Bu uyarıları destekleyen güçlü bir kanıt yoktur. Bununla birlikte, COVID-19 için zerdeçal kullanımını destekleyecek kesin bir kanıt da yoktur.

Kanser Hastalarında Zerdeçal/Kurkumin Kullanımı Riskli mi?

             Kanser hastalarında zerdeçal kullanımıyla ilgili çok farklı görüşler mevcuttur. Kemoterapinin doğal bileşiklerle kombinasyonunun, olumsuz sonuçları azaltacağı yönünde bulgular olduğu gibi Zerdeçalın karaciğerde metabolize olan ilaçlarla etkileşebileceği ve immünosupresan ilaçların etkisini azaltabileceği bu nedenle kemoterapi sırasında antikanser ilaçların etkinliğini düşüreceğine dair kanıtlar da vardır. Bu riskler göz önünde bulundurulmalıdır.

Bunun yanında kurkumin ve kemoterapinin birlikte kullanımının antikanser aktivitesinin altında yatan biyolojik mekanizmalar karmaşıktır. Güvenliliği hakkında yeterince delil yoktur. Kanser hastalarında kurkuminin yarar-risk profilini ve ilaç etkileşimlerini açıklamak için daha çok kanıta ihtiyaç vardır.

Klinik Çalışmalar

Geçtiğimiz son yıllarda yapılan klinik çalışmalarda zerdeçal ve içeriğinde bulunan kurkuminin çok sayıda hastalığa karşı etkinliği değerlendirilmiştir. Obezite, metabolik sendrom, diyabet, depresyon, artrit, cilt hastalıkları, enflamatuar bağırsak hastalığı, kas lezyonları, adet öncesi sendrom belirtileri, jinekolojik hastalıklar ve iltihaplı hastalıklarda bazı umut verici etkiler gözlemlenmiştir (Mantzorou, 2018).

Kurkumin'in hastalıklar üzerine etkileri geniş çapta araştırılmış olsa da, hastalıkların karmaşık doğası nedeniyle altta yatan kesin mekanizmalar belirsizliğini korumaktadır.

Özellikle, çeşitli klinik çalışmalar obezite, metabolik sendrom veya diyabet hastalarında kurkumin tüketiminin etkinliğini değerlendirmiştir. Bu çalışmaların sonuçlarına dayanarak, kurkumin tüketiminin obez bireylerin kilo yönetimi, kan lipitlerini düşürme ve glisemik kontrolü iyileştirme üzerinde olumlu bir etkisi olduğu bulunmuştur. Bu sonuçlar, kurkumin desteğinin plazma leptin düzeylerini düşürebileceğini gösteren bir meta analiz ile ve glikosile hemoglobin seviyeleri A1c ve açlık glikoz seviyelerini düşürdüğünü ortaya koyan sistematik bir derleme ile desteklenmiştir (Atkin, 2017; Demmers, 2017).

Çoğu klinik çalışmada, kurkumin'in depresyona karşı faydalı etkileri konusunda kesin bir kanıt bulunmadığı ve en az 24 ay boyunca takip edilmesi gereken daha büyük popülasyonlar üzerinde yürütülen daha ileri klinik çalışmalara ihtiyaç olduğunu savunulmaktadır. Bununla birlikte son zamanlarda yapılan bir meta-analizde, majör depresyonu olan orta yaşlı insanlarda kurkumin desteğinin 6 haftadan uzun süre uygulandığında depresif belirtiler üzerinde olumlu bir etkisi olabileceğini ortaya konmuştur (Al Karawi, 2016).

Yapılan iki sistematik derlemede, kurkumin'in osteoartrit üzerindeki etkinliği ile ilgili kesin sonuçlar için iyi tasarlanmış çalışmalara ihtiyaç olduğu belirtilmiştir (Del Grossi, 2017; Onakpoya, 2017). Bazı klinik çalışmalar, artrit şikayeti olan kişilerde kurkumin tüketiminin yararlı etkileri ile ilgili umut verici sonuçlar sunmuştur. Kurkumin’in, aktif romatoid artriti olan hastalarda güvenli olduğu görünmektedir. Bununla birlikte, kurkumin'in etkinliğini ve güvenliğini değerlendirmek için uzun süreli çalışmalar şiddetle tavsiye edilmektedir. 

Buna ek olarak son zamanlarda yapılan bir meta-analizde 8 randomize plasebo kontrollü çalışma değerlendirilerek artrit hastalarında ağrı, katılık gibi semptomları değerlendiren Visual analog skala (VAS) ve (WOMAC) indeks değerlerinin kurkumin içeren zerdeçal ekstresi verilen grupta plaseboya oranla daha düşük olduğu yani etkin olduğu belirtilmiştir. 

Yapılan sistematik bir derlemede, kurkumin’in etkileri, enflamatuar barsak hastalığından muzdarip kişilerde incelenmiştir. Bu çalışmalarda, kurkumin'in güvenli olduğu ve destek tedavi olarak kullanılabileceğine yönelik olumlu sonuçlar vermiştir. (Langhorst, 2015)

Son olarak yapılan sistematik bir derlemede, akne, alopesi, atopik dermatit, oral liken planus, kaşıntı, sedef hastalığı, radiyodermatit ve vitiligo gibi cilt hastalıklarına sahip bireylerde zerdeçal/kurkumin’in  hem topikal hem de oral kullanımına ilişkin kanıtları incelemek için toplam 18 çalışma incelenmiştir. Dokuz çalışma oral kullanımın, sekiz çalışma topikalin etkilerini değerlendirmiştir. On çalışmada, zerdeçal / kurkumin tedavi gruplarında kontrol gruplarına kıyasla cilt hastalığı şiddetinde istatistiksel olarak anlamlı iyileşme olduğu kaydedilmiştir. Genel olarak, zerdeçal / kurkumin ürünlerinin hem oral hem de topikal olarak, cilt sağlığı için terapötik faydalar sağlayabileceğine dair umut verici kanıtlar vardır (Vaughn, 2016).


Zerdeçal ve Kurkumin Hangi Dozlarda Güvenli?

        Klinik çalışmalarda kurkuminin güvenli ve etkili olduğu ve herhangi bir toksik etkisinin olmadığı belirlenmiştir. FDA kurkumini “Genel olarak güvenli” olarak kabul edilen bir bileşik olarak teyit etmiştir (FDA, 2018'den GRAS bildirimi). Bununla birlikte, Avrupa Birliği'nde ve uzak doğu ülkelerinde bitkinin uzun süreli yaygın kullanımları, Curcuma longa kullanımıyla ilişkili yüksek bir risk olduğunu düşündürmemektedir.

        FAO / WHO Uzman Komitesi'nin ortak kararına göre Gıda Katkı Maddeleri (JECFA) ve Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) raporları, kurkumin için yeterli günlük alım (ADI) değerini 0-3 mg / kg olarak belirlemiştir. (JECFA, 2004; EFSA, 2014)

        Monograflarda önerilen miktar, bitkiden elde edilen kuru drog için: 3-9 g/gün, toz drog için ise 1.5-3 g/gün’dür

        Halen kurkumin, AB'de gıda türüne göre 20-500 mg / kg gıdadan izin verilen maksimum kullanım seviyelerine sahip yetkili bir gıda katkı maddesidir (EFSA 2010).

        Kurkumin'in maksimum tolerans dozajını ve güvenliğini incelemek amacıyla sağlıklı kişilere 500-12.000 mg kurkumin uygulanmış. Sonuç olarak, 12 g / güne kadar kurkumin alımının bireyler üzerinde önemli bir yan etkisinin olmadığı gösterilmiştir. (Devassy ve ark., 2015).

        Yüksek riskli 25 kanser hastası ile yapılan faz 1 çalışmasında, 3 ay boyunca günde 8 g kurkumin verilmiş ve toksik reaksiyon gözlenmemiştir. (Cheng ve ark., 2001).


Zerdeçalın Biyoyararlanımı Nasıl Artırılabilir?

        Zerdeçal ve içeriğindeki kurkuminin ağızdan alındığında vücuttan emilimi düşük orandadır. Bu nedenle son zamanlarda biyoyararlanımı artırmak için nano-kurkuminler ve kombine kurkumin preparatları üretilmektedir.

        Kurkuminin, karabiberde bulunan bir alkaloit olan piperinle birlikte kombine halde bulunduğu karışımlar tüketildiğinde biyoyararlanımlarının  20 kat daha fazla arttığına dair çalışmalar vardır.

        Yine aynı nedenlerden dolayı zerdeçalın içeriğindeki etkili bileşenlerin suda çözünürlüğü çok düşük olduğundan, zerdeçal çayından fazla bir yarar beklememek gerekir. Alternatif olarak 5-10 gr kadar zerdeçal zeytinyağı ile karıştırılarak tüketilebilir.

Yan Etkiler

        Genellikle oral ve topikal kullanımda, droğun ve etkin madde olan kurkuminin iyi tolere edildiği kayıtlıdır. Nadiren hassas kişilerde alerjik reaksiyonların olduğu birkaç vakada bildirilmiştir.

        Gastrik tahriş, mide rahatsızlığı, mide bulantısı, ishal, alerjik cilt reaksiyonları, antitrombositik etkiler görülebilir

        Topikal kullanımı takiben aşırı güneşe maruz kalınması önerilmemektedir. Doğal tüy dökücü olarak kullanımı göz önünde bulundurularak az miktarda saç kaybına neden olabileceği kaydedilmiştir

Kullanımı sırasında istenmeyen bir etki görülürse, semptomların 2 haftadan fazla değişmeden devamı halinde kullanımı kesilmeli ve hekim ve eczacıya danışılmalıdır.

Zerdeçalın Kullanılmaması Gereken Durumlar

       Safra sekresyonunu artırabileceğinden dolayı, safra taşı olan bireylerde safra koliğini tetikleme potansiyeline sahiptir Bu nedenle, safra kanalı tıkanıklığı, safra taşı varlığı ve karaciğer rahatsızlığı olan hastalar zerdeçal veya kurkumin kullanımından kaçınmalıdır.

       Nadiren bağırsaklarda hareket artışı ve midede rahatsızlık oluşabilir. Mide ülseri ve asit fazlalığı olan kişiler kullanmamalıdır.

       Zencefil kanama riskini artırabilir, ameliyattan en az 2 hafta önce zerdeçal alımının sonlandırılması gerekmektedir.

       Kurkumin, FSH ve LH hormon seviyelerinde bir artış yapabilir. Östrojen hormonu gibi davranabilir. Ek olarak östradiol inhibisyonu etkisi nedeniyle teorik olarak, meme kanseri, uterus kanseri, yumurtalık kanseri, endometriozis veya uterus miyomları gibi hormona duyarlı koşulları daha da kötüleştirebilir. Bu hastalar kullanımdan kaçınmalıdır.

       Kurkumin ve metabolitleri süte geçebilir, emziren anneler kullanmamalıdır.

İlaç Etkileşimleri

        Kurkumin sitokrom P450 (CYP) 1A1, 1A2, 3A4, 2B6, 2C9, 2D6 ve glutatyon S-transferaz, P-glikoprotein gibi çeşitli metabolik enzimler ve tümör başlangıcı ve ilerlemesi ile ilişkili çok sayıda moleküler hedef üzerinde etkiye sahip olduğundan, bazı kemoterapi ajanlarının etkinliğini değiştirmesi mümkündür. Kurkumin'in kemoterapi ajanları üzerindeki etkileri daha iyi anlaşılana kadar, kanser kemoterapisi sırasında kullanılması önerilmemektedir.  

        Kurkuminin Siklofosfamid ve Gemsitabin ile etkileşime girdiği gösterilmiştir. Kamptotesin, Doksorubisin, Siklofosfamid ve Mekloretamin tarafından indüklenen apoptozu inhibe edebilir ve immunosüpresanların etkisini azaltabilir.

        Potansiyel CYP 2C9 ve 3A4 inhibisyonundan dolayı paklitakselle etkileşimine dair vaka raporu vardır.

        Yüksek dozlarda etkin maddeye bağlı olarak, antidepresanlar, kardiyovasküler ilaçlar, antibiyotikler, kemoterapötikler ve antihistaminikler ile etkileşim gösterebilir.

        Norfloksasin’in plazma yarı ömrünü değiştirebilmektedir.

        Antikoagülan ilaçlarla etkileşerek kanama riskini artırabilir.

        Asetominofen, asprin ve ibuprofenle birlikte alındığında sitotoksik etkide artışa neden olabilir.

        Kurkuminin bağırsaktaki p-glikoprotein düzeyini düşürmesi nedeniyle Celiprolol ve

        Midazolam konsantrasyonunu artırdığı görülmüştür

        Zerdeçal, antienflamatuar İlaçlar, antiplatelet ajanlar, antihiperlipidemikler ve warfarin ile etkileşime girebilir.

        Bir çalışmada Kurkumin’in bağırsak P-gp ekspresyonunu ve fonksiyonunu inhibe ettiği, böylece in vitro verapamil konsantrasyonlarını arttırdığı gözlenmiştir. Bu ilaç grubunu kullanan kişilerin dikkat etmesi önerilir.



KAYNAKLAR

Costa ML, Rodrigues JA, Azevedo J, et al. Hepatotoxicity induced by paclitaxel interaction with turmeric in association with a microcystin from a contaminated dietary supplement. Toxicon. Aug 2018;150:207-211.

Choi HA, Kim MR, Park KA, Hong J. Interaction of over-the-counter drugs with curcumin: influence on stability and bioactivities in intestinal cells. J Agric Food Chem. 2012 Oct 24;60(42):10578-84.

Hou XL, Takahashi K, Tanaka K, et al. Curcuma drugs and curcumin regulate the expression and function of P-gp in Caco-2 cells in completely opposite ways. Int J Pharm. Jun 24 2008;358(1-2):224-229.

Liddle M, Hull C, Liu C, et al. Contact urticaria from curcumin. Dermatitis. Dec 2006;17(4):196-197.

Patil, P., Jayaprakasha, G. K., Chidambara Murthy, K. N. and Vıkram, A. (2009). Bioactive compounds: Historical perspectives, opportunities, and challenges. J. Agric. Food Chem. 57:8142–8160.

European Food Safety Authority. (2014). Refined exposure assessment for curcumin (E 100). EFSA J. 12(10):3876

JECFA. (2004). Curcumin. (Prepared by Ivan Stankovic). Chemical and Technical Assessment Compendıum Addendum 11/Fnp 52 Add.11/29; Monographs 1 Vol.1/417.

Devassy, J., Nwachukwu, I. and Jones, P. (2015). Curcumin and cancer: Barriers to obtaining a health claim. Nutr. Rev. 73(3):155–165.

Aggarwal, B. B. and Harikumar, K. B. (2009). Potential therapeutic effects of curcumin, the anti-inflammatory agent, against neurodegenerative, cardiovascular, pulmonary, metabolic, autoimmune, and neoplastic diseases. Int J Biochem Cell Biol. 41:40–59.

Kocaadam, B., & Şanlier, N. (2017). Curcumin, an active component of turmeric (Curcuma longa), and its effects on health. Critical reviews in food science and nutrition57(13), 2889-2895.

Vaughn, A. R., Branum, A., & Sivamani, R. K. (2016). Effects of turmeric (Curcuma longa) on skin health: a systematic review of the clinical evidence. Phytotherapy Research30(8), 1243-1264.

Tan, B. L., & Norhaizan, M. E. (2019). Curcumin combination chemotherapy: the implication and efficacy in cancer. Molecules24(14), 2527.

Erdem Yeşilada, İyileştiren bitkiler

EMA

Gupta, S.C.; Patchva, S.; Aggarwal, B.B. Therapeutic roles of curcumin: Lessons learned from clinical trials. AAPS J. 2013, 15, 195–218.

WHO Monographs on Selected Medicinal Plants, Vol. 1, Geneva (1999).

PDR for Herbal Medicines, 2nd ed., Thomson Medical Economics, Montvale, NJ (2000).

Sordillo, P. P., Helson, L., Burgess, S. W., & Shaw, W. A. (2016). U.S. Patent Application No. 14/983,844.

Fazal, Y., Fatima, S. N., Shahid, S. M., & Mahboob, T. (2015). Effects of curcumin on angiotensin-converting enzyme gene expression, oxidative stress and anti-oxidant status in thioacetamide-induced hepatotoxicity. Journal of the Renin-Angiotensin-Aldosterone System16(4), 1046-1051.

Pang, X. F., Zhang, L. H., Bai, F., Wang, N. P., Garner, R. E., McKallip, R. J., & Zhao, Z. Q. (2015). Attenuation of myocardial fibrosis with curcumin is mediated by modulating expression of angiotensin II AT1/AT2 receptors and ACE2 in rats. Drug design, development and therapy9, 6043.

Kim, H. L., Kim, W. K., & Ha, A. W. (2019). Effects of Phytochemicals on Blood Pressure and Neuroprotection Mediated Via Brain Renin-Angiotensin System. Nutrients11(11), 2761.

Akinyemi, A. J., Thome, G. R., Morsch, V. M., Stefanello, N., Goularte, J. F., Belló-Klein, A., ... & Schetinger, M. R. C. (2015). Effect of dietary supplementation of ginger and turmeric rhizomes on angiotensin-1 converting enzyme (ACE) and arginase activities in L-NAME induced hypertensive rats. journal of functional foods17, 792-801.

Rachmawati, H., Soraya, I. S., Kurniati, N. F., & Rahma, A. (2016). In vitro study on antihypertensive and antihypercholesterolemic effects of a curcumin nanoemulsion. Scientia pharmaceutica84(1), 131-140.

Kanai, M.; Yoshimura, K.; Asada, M.; Imaizumi, A.; Suzuki, C.; Matsumoto, S.; Nishimura, T.; Mori, Y.; Masui, T.; Kawaguchi, Y.; et al. A phase I/II study of gemcitabine-based chemotherapy plus curcumin for patients with gemcitabine-resistant pancreatic cancer. Cancer Chemother. Pharmacol. 2011, 68, 157–164. [CrossRef] [PubMed]

Bayet-Robert,M.;Kwiatowski,F.;Leheurteur,M.;Gachon,F.;Planchat,E.;Abrial,C.;Mouret-Reynier,M.A.;Durando, X.; Barthomeuf, C.; Chollet, P. Phase I dose escalation trial of docetaxel plus curcumin in patients with advanced and metastatic breast cancer. Cancer Biol. Ther. 2010, 9, 8–14. [CrossRef] [PubMed]

 Epelbaum,R.;Schaffer,M.;Vizel,B.;Badmaev,V.;Bar-Sela,G.Curcuminandgemcitabineinpatientswith advanced pancreatic cancer. Nutr. Cancer 2010, 62, 1137–1141.

de Oliveira, M. R., Jardim, F. R., Setzer, W. N., Nabavi, S. M., & Nabavi, S. F. (2016). Curcumin, mitochondrial biogenesis, and mitophagy: Exploring recent data and indicating future needs. Biotechnology Advances, 34(5), 813–826.

Langhorst, J., Wulfert, H., Lauche, R., Klose, P., Cramer, H., Dobos, G. J., & Korzenik, J. (2015). Systematic review of complementary and alterna- tive medicine treatments in inflammatory bowel diseases. Journal of Crohn's & Colitis, 9(1), 86–106.

Del Grossi Moura, M., Lopes, L. C., Biavatti, M. W., Kennedy, S. A., de Oliveira, E. S. M. C., Silva, M. T., & de Cássia Bergamaschi, C. (2017). Oral herbal medicines marketed in Brazil for the treatment of osteoar- thritis: A systematic review and meta‐analysis. Phytotherapy Research, 31(11), 1676–1685.

Onakpoya, I. J., Spencer, E. A., Perera, R., & Heneghan, C. J. (2017). Effectiveness of curcuminoids in the treatment of knee osteoarthritis: A systematic review and meta‐analysis of randomized clinical trials. International Journal of Rheumatic Diseases, 20(4), 420–433.

Mills ve Bone, 2005

Al‐Karawi, D., Al Mamoori, D. A., & Tayyar, Y. (2016). The role of curcumin administration in patients with major depressive disorder: Mini meta‐ analysis of clinical trials. Phytotherapy research: PTR, 30(2), 175–183.

Stanić, Z. (2017). Curcumin, a compound from natural sources, a true scien- tific challenge – A review. Plant Foods for Human Nutrition, 72(1), 1–12.

Mantzorou, Maria, et al. "Effects of curcumin consumption on human chronic diseases: a narrative review of the most recent clinical data." Phytotherapy research 32.6 (2018): 957-975.

Atkin, S. L., Katsiki, N., Derosa, G., Maffioli, P., & Sahebkar, A. (2017). Curcuminoids lower plasma leptin concentrations: A meta‐analysis. Phytotherapy Research, 31(12), 1836–1841.

Demmers, A., Korthout, H., van Etten‐Jamaludin, F. S., Kortekaas, F., & Maaskant, J. M. (2017).

Effects of medicinal food plants on impaired glucose tolerance: A systematic review of randomized controlled trials. Diabetes Research and Clinical Practice, 131, 91–106.

Görseller: Unplash, Pixabay





Ginkgoaceae familyasına ait olan Ginkgo biloba, Japon eriği, Mabet ağacı, gümüş kayısı, Çin yelpazesi, fil kulağı gibi adlarla da tanınan, Çin, Japonya ve Kore’de doğal olarak yetişen bir Uzakdoğu bitkisidir, Günümüzde varlığını sürdüren hiçbir yakın türü veya benzeri bulunmayan, kendine özgü relikt endemik olarak da bilinen bir ağaçtır. Dünya üzerinde yaşamakta olan bitkilerin en yaşlısı olarak bilinir, bu yüzden “fosil ağaç” da denmektedir.

Ginkgo biloba ağacının ne kadar dayanıklı olduğu Hiroşima'da görülmüştür. Atom bombasının patladığı noktaya 1-2 kilometre mesafede yer alan dört Ginkgo ağacı, bu alanda patlamadan sağ çıkan ve halen yaşamını sürdüren tek canlı varlıklar olmuştur.

30-40 m uzunluğunda olan ağaç, yelpaze şeklinde yapraklara sahiptir. Yaprağın ortasında derince bir girinti bulunmaktadır. Ginkgo biloba bitkisi adını yaprağınının iki loblu şeklinden almıştır. Gymnospermae olduğu için, tohumları açıkta, yuvarlak, oldukça büyük (2,5 cm çapında bir fındık kadar) ve sarımsı yeşil renktedir. Uzak Doğu’da binlerce yıldır farklı amaçlarla kullanılan ve kutsal kabul edilen bu ağacın Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede kültürü yapılmaktadır.

Ginkgo biloba yaprağının alkollü ekstresi kullanılmalıdır çünkü yapısındaki etkiden sorumlu esas bileşiklerden olan triterpenik yapılar sulu ekstreye yeterli oranda geçememektedir. Özetle yaprakların çay ve sulu ekstreleri kullanılmaz.

KİMYASAL İÇERİK

Flavonoidler (ginkgetin, bilobetin, kersetin, kamferol, izoramnetin), Terpenik laktonlar (diterpenler: gingkolit A,B,C,J(%0.06-0.23), Seskiterpenler (bilobalit, %0.26 ve üzeri): Bitkinin kardiyovasküler sistem üzerine etkilerinden esas sorumlu bileşiklerdir.

Diğer bileşikler [triterpenler, proantosiyanidinler, organik asitler (hidroksikinurenik asit, kinurenik asit, protokateşik ve vanilik asit), ozlar, ginkgolik asit, D-glukarik asit, lipit] bulunur.

Ginkgo ekstresi % 22-27 flavonoidler ve % 5-12 terpenik laktonlar üzerinden standardize edilir.


ETKİ MEKANİZMALARI

Antiplatelet etki: Ginkgo biloba’nın yapılan çalışmalarda kan viskozitesini azaltarak ve kan akımını artırarak vazoregülatör etki yaptığı belirtilmektedir. Özellikle ginkgolit B'nin platelet aktive edici faktör'ü (PAF) antagonize ederek antiagregan etki yaptığı ve serebrovasküler kan akımını artırdığı bildirilmiştir. Ginkgolid B'nin siklooksijenaz ile etkileşime girmediği, ancak PAF reseptörlerini ve fosfolipaz aktivasyonunu erken bir aşamada etkilediği görülmektedir.

Bu şekilde Ginkgo biloba, PAF'ın trombosit agregasyonunu uyarıcı, nötrofillerde degranülasyon ve oksijen radikal üretimini artırıcı etkilerini azaltmaktadır. Ginkgo biloba'nın süperoksit anyonlarını temizleyici etkisi ile "endotelium derived relaxing factor"ün (EDRF) yarı ömrünü uzattığı, bu yolla güçlü vazorelaksan ve antiagregan etki ortaya çıkabileceği de bildirilmiştir.

Antioksidan etki: Ginkgo biloba ekstresi ve bazı flavonoid bileşikleri (kersetin ve kaempferol gibi) in vitro çalışmalarda serbest radikal yakalayıcı etkisiyle ve lipit peroksidasyonunu azaltarak önemli antioksidan özellik göstermektedir. Deneysel modeller üzerinde yapılan çalışmalarda iskemik hasarı azaltma konusunda pozitif sonuçlar vermiştir.

Vazodilatör etki: Ginkgo biloba ekstresi ve bilobalitin vazodilatatif etkisinin vazorelaksasyonu indüklemesinden kaynaklandığı belirtilmektedir. Bu etkiler endotel ve vasküler kaslarda Ca+2 kanallarından hücre içine Ca+2 inhibisyonu, NO salınım aktivasyonu ile ve Ca+2'nin aktive ettiği K+ akımının PGI2 salınımının inhibisyonu ile ilgili olmaktadır. Bu şekilde arteryel ve venöz vazoaktif etkileri ile doku perfüzyonu ve serebral kan akımını artırır (Antivertigo etkisi kullanılır).

Kolinerjik etki: Yapılan in vivo çalışmalarda özellikle flavonoidler yaşlanmaya bağlı olarak gelişen muskarinik kolinerjik reseptör düzeylerindeki azalmayı inhibe ettiği, hipokampus kolin up-take’inin stimülasyonunu sağladığı gözlenmiştir.

Antiaterosklerotik etki: Yapılan in vivo çalışmalarda Ginkgo biloba’nın HMG-CoA redüktaz inhibitör aktivitesi ile LDL kolesterol düşürücü bir etkisi olabileceği gösterilmiştir. Kolesterol düşürücü etkisinin yanında antioksidan etkisi ile okside LDL oluşumunu azaltarak aterom oluşumunu azaltabileceği düşünülmektedir.


KLİNİK ÇALIŞMALAR

Kognitif rahatsızlıklar üzerine yapılan 4 klinik çalışmada, yaşları 60 üzerinde olan hastalarda 6 hafta boyunca günde 3 kez 40 mg dozda Ginkgo biloba ekstresinin herhangi bir faydası olmadığı; diğer çalışmada ise yaşları 55-88 arası olan hastalarda 6 hafta boyunca günde tek doz 120 mg Ginkgo biloba ekstresinin, tedaviyi takiben mental proseslerin hızında ve hafızada gelişme yarattığı tespit edilmiştir. Diğer iki çalışmada ise tek doz 600 mg ekstrenin uygulanmasından 1 saat sonra hafızada gelişme gözlenmiştir. 25-40 yaşları arasındaki hastalarda ise, bir kısmında çalışma hafızasında gelişme gözlenirken diğer kısmında etkili olmadığı tespit edilmiştir.

Yaşa bağlı kognitif rahatsızlıklar üzerinde yapılan 5 klinik çalışmada, özellikle dikkat ve kısa ve uzun süreli hafıza gelişmesinde önemli veriler elde edilmiştir. Çalışmalar 3 aydan bir yıla kadar süren bir zaman içerisinde, 120 veya 160 mg dozda verilen Ginkgo ekstresi üzerinde yapılmış ve tedaviye başladıktan bir ay sonra gelişmeler gözlenmiştir. 320 veya 600 mg dozda verilen ekstrenin ise bir saat sonra etkili olduğu tespit edilmiştir. 83 yaşında, demansı ve yaşa bağlı hafıza kaybı olan hastalara, 3 ay boyunca 160 veya 240 mg EGb 761 verilmiş, geri kalan 6 ay boyunca bir kısmı plasebo diğer bir kısmı ise Ginkgo ekstresine devam etmiştir. Ancak çok kuvvetli bir etki gözlenmemekle birlikte hastalarda uzun süreli ve yüksek doz Ginkgo biloba tedavisinin kısa süreli ve düşük doz tedaviye oranla bir farkı olmadığı tespit edilmiştir. 

Alzheimer tipi demans ve diğer demans sendromlarında kullanımı ile ilgili 8 klinik çalışma incelenmiş, etkili olduğu klinik çalışmalar ile gösterilmiştir. Etkinlik meta analizler ile de kanıtlanmıştır. Bu çalışmalarda oluşturulan hasta gruplarından birine 6 ay boyunca 240 mg/gün doz, diğer gruba ise bir yıl boyunca 120 mg/gün doz uygulaması yapılmıştır. Her iki grupta da 6 ay sonra belirlenen skalalarda belirgin bir gelişme gözlenmiştir. 2009 yılında Napryeyenko ve ark. tarafından Alzheimer tipi demans ve vasküler demans alt grupları üzerinde yapılan klinik çalışma ile her iki alt grupta da etkin bir tedavi olduğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle Miks form demansta da avantaj olacağı belirtilmiştir. 

Ginkgo preparatları üzerinde serebral yetersizlikte kullanımı ile ilgili 10 adet klinik çalışma değerlendirilmiş, yapılan klinik çalışmalar ve meta analizler sonucu 7 haftadan 6 aya kadar uygulanan 120 veya 160 mg standardize Ginkgo biloba ekstresinin serebral yetersizliğe bağlı tedavi etkinliği kanıtlanmıştır. 2 ay boyunca 240 mg dozda ekstrenin de hastalar üzerinde depresyon semptomlarını tedavi edici etkisi tespit edilmiştir

Tinnitus yani kulak çınlaması üzerinde yapılan 5 klinik çalışmada, iki ay boyunca uygulanan 120-160 mg dozda etkili bulunan ekstrenin çok düşük dozda (29 mg/gün) uygulanması ile herhangi bir etki gözlenmemiştir. 160 mg/gün dozda Ginkgo ekstresinin iki hafta uygulanması ile hipoksinin neden olduğu dikkat ve kesik göz hareketlerinde etkili olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca antioksidan özelliğinden dolayı bypass ameliyatlarından 5 gün önce verilen 320 mg/gün ekstrenin hastalarda iyileşme düzeylerinde gelişmeye neden olduğu belirlenmiştir. 

Ginkgo LI1370 ekstresi üzerinde yapılan 10 klinik çalışma incelenmiş, üç çalışmada yaşları 69 olan kişilerde 150 mg/gün dozda uygulama ile 6-12 hafta sonra yaşa bağlı kognitif bozukluklarda ve beyin anevrizmasında yararlı olduğu tespit edilmiştir. Normal kognitif rahatsızlıklarda, iki gün boyunca 50 ve 100 mg/gün x 3 veya 120 ve 240 mg/gün tek doz uygulaması yapılarak karşılaştırılan tedavi şekillerinde etkinin varlığı ancak doza bağlı herhangi bir değişim olmadığı tespit edilmiştir. İki çalışmada mikrosirkülasyona yararlı olduğu, ancak tinnitus da etkili olmadığı; 240 mg dozda uyku çalışmalarında ise kolinerjik aktivitesinin olmadığı tespit edilmiştir. 

Ginkgo GK501 ekstresi kullanılarak 120, 240 ve 360 mg/gün dozda 20 genç gönüllü üzerinde yapılan klinik çalışmada, 2 saat sonra dikkat gelişiminde doza bağlı etki artışı gözlenmiş, ancak hafıza hızında bir değişim gözlenmemiştir. Bu ekstrenin G115 ekstresi ile kombine kullanımında ise, orta yaşlı ve yaşlı hastalar üzerinde 320 mg ve daha yüksek dozlarda, kısa ve uzun süreli hafıza gelişim kalitesinde artış olduğu, ancak dikkat gelişimi gibi diğer kognitif bozukluklarda etkili olmadığı tespit edilmiştir.

Ginkgo ekstresi EGb 761'in günlük yaşam aktiviteleri üzerine faydası olduğu kanıtlanmıştır. Ek olarak “bilişsel işlev” ve “genel psikopatolojik belirtiler” üzerine olumlu etkiler göstermiştir. Ancak, Ginkgo'nun olumlu etkileri oldukça heterojen sonuçlara sahiptir. Bu nedenle potansiyel etki büyüklüğü hakkında bir genelleme yapılamamaktadır.


YAN ETKİLER

●   Oral Ginkgo biloba preparatlarının uzun süre kullanılması kanama zamanının uzamasına, subdural hematoma ve spontan kanamalara neden olabilmektedir.

●   Hassas kişilerde mide rahatsızlığı, baş ağrısı, baş dönmesi, kabızlık ve kuvvetli kalp çarpıntısına yol açabilir.

●   Ginkgo biloba’nın bazı kişilerde ciddi alerjik cilt reaksiyonlarına ve mukoza zarının tahriş olmasına neden olduğu görülmüştür.

●   Fazla miktarda tohum kısmının tüketilmesi sonucu sadece tohumlarında bulunan ginkgotoksinin neden olduğu tonik-klonik nöbetler ve bilinç kaybı bildirilmiştir

UYARILAR VE KONTRENDİKASYONLAR

●   Çocuklarda yeterli klinik çalışma bulunmadığından, 12 yaşın altındaki çocuklarda kullanılması önerilmemektedir.

●   Yeterli klinik çalışma bulunmadığından gebelerde ve süt veren annelerde kullanımı önerilmemektedir.

   Postoperatif kanama tehlikesine karşı bazı cerrahi girişimlerden en az 2 hafta önce kullanımına son verilmelidir.   

●   Taze tohumları tüketilmemelidir, çocuklarda nöbet ve ölüme neden olmuştur.

●   Kanama riski olan bireyler kullanmamalıdır.

●   Diyabet hastalarının Ginkgo biloba kullanımında kan değerleri takip edilmelidir.

●   Daha önce nöbet geçiren kişiler kullanmamalıdır.

●   Ginkgo biloba, G6PD enzim eksikliğine sahip kişilerde ciddi anemiye neden olabilir.

●   Hipertansiyon tedavisi gören hastalarda Ginkgo biloba’nın tedavide uygulanan ilaçların etkinliğini değiştirebileceğinden dikkatli olunmalıdır.

İLAÇ ETKİLEŞİMİ

  • Antiplatelet ve antikoagülan ilaçlarGinkgo biloba ekstresi pıhtılaşma süresini uzattığı için antiplatelet veya antikoagülan ilaçlarla birlikte alındığında etkinin potansiyalizasyonu sonucu kontrol edilemeyen kanamalara neden olabilir. Gingolit B platelet aktive edici faktörü inhibe ettiği için warfarin, heparin, klopidogrel, tiklopidin gibi antiplatelet ve antikoagülan ilaçlarla birlikte kullanılmamalıdır (majör).

●   NSAİİ: Aspirin, ibuprofen veya naproksen gibi NSAİİ’lerle beraber alındığında gastrointestinal kanama riskine karşı bilhassa ülseratif hastalarda dikkat edilmelidir.

●   Antidiyabetik ilaçlar:Ginkgo biloba vücutta üretilen insülin sekresyonunu değiştirebilir. Eğer insülin veya oral antidiyabetik ilaçlar ile birlikte Ginkgo biloba alınırsa kan glukoz seviyesinde dalgalanmalar olabilir ve bundan dolayı takip edilmesi gerekebilir.

●   Antihipertansif ilaçlar: Nifedipin,amlodipin ve nikardipin gibi kalsiyum kanal blokerleri ile kullanıldığında etkinliklerini değiştirebilir ve baş ağrısı gibi yan etkileri arttırabilir.

●   Antiepileptik ve Antikonvülsan ilaçlar: (valproik asit, karbamazepin, tegretol vs.)  Ginkgo'nun  CYP2C19 enzimini indüklediği ve CYP2C19 enzim sistemiyle metabolize olan antikonvülsan ilaçların etkinliğini azaltarak konvülsiyonlara neden olabileceği bildirilmiştir.

●   Antidepresan ilaçlar: Serotonin düzeyini yükselten antidepresanlar ile birlikte Ginkgo biloba kullanımı, bu ilaçların yan etkilerini (serotonin sendromu gibi) arttırabilir.

●   Yapılan in vitro çalışmalarda Ginkgo biloba’nın, haloperidolun ekstrapramidal yan etkilerini arttırabileceği gözlenmiştir

●   Bir vaka raporunda HIV tedavisinde kullanılan Efavirenz'in Ginkgo özü ile birlikte alınması efavirenz'in etkinliğini azaltabileceği belirtilmiştir.  

●   Ginkgo kullanımı omeprazol gibi Proton pompası inhibitörlerinin metabolizasyonunu artırarak bu ilaçların etkinliklerini azaltabilir.

●   Bir vaka raporunda trazodon ile Ginkgo kullanımı yaşlı bir hastada koma riski oluşturmuştur. Fakat genelleme yapılmamıştır.

KAYNAKLAR

       https://www.ema.europa.eu/en/documents/herbal-report/final-assessment-report-ginkgo-biloba-l-folium_en.pdf

       Herbal medicine

       FFD monografları(2018)

       Escop monographs

       Stockley’s Herbal Medicines İnteractions

       Up-to-date

       Barrett, M., Ginkgo, Barrett M. (ed.) The Handbook of Clinically Tested Herbal Medicines, Vol 1, The Haworth Press, NY, 547-672 (2004)

       Birks, J., Grimley Evans, J., Ginkgo biloba for cognitive impairment and dementia, The Cochrane Collaboration, John Wiley & Sons, Ltd. (2009)


                                                         

 MİKRO YEŞİLLİKLER (MICROGREENS) NEDİR?

Mikro yeşillikler, yüksek besin değerleri nedeniyle son yıllarda gıda bileşenleri olarak giderek artan bir popülerlik kazanmıştır. Mikro yeşillikler, ilk olarak 1990’lı yıllarda Amerika’da restoran endüstrisinde gıda olarak kullanılmaya başlanmıştır. Son yıllarda bu bitkilerin üzerine yapılan bilimsel çalışmalar da yoğunluk kazanmıştır.

Mikro yeşillikler, dikimden 7-14 gün sonra ilk gerçek yapraklar (çenek yapraklar) çıkmaya başladığı zaman hasat edilen yenilebilir bitkilerin fideleridir. Gelişimini henüz tamamlamamış ufak boyutlu sebzelerdir.

Çenek yapraklar, tohum içerisinde embriyonun beslenmesini sağlar ve toprak üstüne çıkan ve fotosentez yaparak bitkinin büyümesi için gereken enerjiyi sağlayan ilk yapraklardır. Bitki büyüdükçe ve geliştikçe, çenek yapraklarda depolanan besin öğeleri bitkinin diğer kısımlarına aktarıldığı için çenek yaprakların besin değeri düşmektedir. Ancak mikro yeşillikler, bu aktarım gerçekleşmeden önce tüketildiği ve çenek yaprakları dahil bütün kısımları yenilebildiği için besin değeri bakımından zengindir.

Mikro yeşillikler, hoş bir renk, doku ve tat paletinde bulunan genç ve yumuşak kotiledon yapraklı yeşilliklerdir. Tipik olarak boyutlarına ve yaşlarına göre kategorik olarak ayırt edilmektedir. Mikro yeşillikler oldukça narin olduğundan, pişirme ve benzeri olarak ısı ile teması sağlayacak herhangi bir işlemde bozulmakta ve besleyici etkileri kaybolmaktadır. O yüzden mikro yeşilliklerin taze ve çiğ şekilde tüketilmesi önerilmektedir.

Ayrıca, mikro yeşillikleri, sebze filizleri ve bebek yeşilliklerle karıştırmamak gerekmektedir. Sebze filizleri, tohumdan toprağın üstüne çıkan ilk kısmın kesilmesi ile elde edilir ve herhangi bir yaprağı bulunmamaktadır. Bebek yeşillikler ise genetik olarak tohumu değiştirildiğinden veya yetiştirilme koşullarından ötürü boyutunun küçük olmasına karşın, olgunlaşmış sebze halinin bütün özelliklerini taşıyan yeşil sebzelere verilen isimdir. Mikro yeşillikler ise bu iki tanımın arasında yer almaktadır. 


MİKRO YEŞİLLİKLER HANGİ BİTKİLERDEN YETİŞTİRİLİR?

Mikro yeşillikler, lahana, pancar, hardal, turp, amarant, marul gibi çok çeşitli sebzelerden yetiştirilmektedir.

Buna ek olarak pirinç, yulaf, buğday, mısır ve arpa gibi tahılların yanı sıra nohut, fasulye ve mercimek gibi baklagiller de bazen mikro yeşillikler şeklinde yetiştirilmektedir.

En çok kullanılan mikroyeşiller, aşağıdaki bitki familyalarından tohumlar kullanılarak üretilmektedir:

       Brassicaceae familyası: Karnabahar, brokoli, lahana, su teresi, turp ve roka

       Asteraceae familyası: Marul, hindiba ve turpgiller

       Apiaceae familyası: Dereotu, havuç, rezene ve kereviz

       Amaryllidaceae familyası: Sarımsak, soğan, pırasa

       Amaranthaceae familyası: Amaranth, kinoa pazı, pancar ve ıspanak

       Cucurbitaceae familyası: Kavun, salatalık ve kabak

MİKRO YEŞİLLİKLERİN BESİN DEĞERİ

Mikro yeşillikler genellikle olgun yeşilliklerden veya tohumlardan daha yüksek konsantrasyonlarda vitaminler, karotenoidler ve mineraller gibi fonksiyonel bileşenler içermektedir. Örneğin, kırmızı lahana mikro yeşilleri yüksek miktarda C vitamini konsantrasyonuna sahipken, yeşil daikon turp mikro yeşilleri E vitamini bakımından zengindir.

Bu bitki ve sebzelerin çoğu sağlık yararları ile iyi bilinmektedir. Özellikle Brassica sebzeleri, yüksek oranda glukozinolatlar, karotenoidler ve selenyum gibi bileşikler içerir.

Brassica cinsinin beş mikro yeşil bitkisinin polifenollerinin profili çıkarılmış ve yüksek düzeyde kersetin, kemferol, siyanadin aglikonları ve kompleks hidroksisinnamik ve benzoik asitleri içeren 165 fenolik bileşik bulunmuştur. Mikro filizlerde olgun bitki benzerlerine göre daha karmaşık polifenol profilleri ve daha fazla çeşitlilikte polifenol bildirilmiştir. Ayrıca Brassica mikro filizlerinin makro elementler, K ve Ca ve mikro elementler, Fe ve Zn için iyi kaynaklar olduğunu ortaya koymuştur.

Ticari olarak temin edilebilen 25 mikro filizdeki askorbik asit, karotenoid, filokinon ve tokoferol konsantrasyonları incelenmiştir ve sonuçta farklı mikro filizlerin son derece değişken miktarlarda vitamin ve karotenoid içerdiği ortaya çıkarılmıştır. Analiz edilenler arasından kırmızı lahana, kişniş, garnet amaranth ve yeşil daikon turp mikro filizlerinin, sırasıyla en yüksek askorbik asit, karotenoid, filokinon ve tokoferol konsantrasyonlarına sahip oldukları görülmüştür.

Bir diğer çalışmada, hidrofonik olarak yetiştirilen brokoli, lahana, hardal ve turp mikro yeşilliklerindeki çeşitli antioksidan biyoaktif bileşiklerin ve minerallerin miktarı değerlendirilmiş, turp ve hardal askorbik asit, toplam karotenoidler ve toplam izotiyosiyanatlar için en yüksek biyolojik olarak erişilebilen fraksiyona (BF) sahipken, lahananın, kalsiyum için en yüksek BF değerine sahip olduğu belirtilmiştir.

Yapılan bir çalışmada, mikro yeşil marulun, olgun maruldan (10 haftalık) daha fazla mineral içeriğine (Ca, Mg, Fe, Mn, Zn, Se ve Mo) sahip olduğu belirtilmiştir. Fesleğen ve pazı mikro filizlerinin iyi bir K ve Mg kaynakları olduğu ve mor fesleğenin özellikle askorbik asit miktarının yüksek olduğu, yeşil fesleğen ve kişnişin özellikle beta-karoten ve toplam polifenol bakımından iyi kaynaklar olduğu bildirilmiştir.

Bu görüşlerin aksine, 2016'dan bu yana, bazı sebzelerin olgun yapraklarının, mikro yeşil yapraklardan daha yüksek seviyelerde bazı biyoaktif bileşiklere sahip olduğunun gösterildiği birkaç çalışma da yapılmıştır. Bu çalışmalarda;

      Olgun bezelye, acı bakla ve lahana yapraklarının, bu bitkilerin mikro filizlerinden daha yüksek karotenoid konsantrasyonlarına sahip gösterilmiştir.

      Karalahana ve hardal mikro filizlerinin, olgun muadillerinden daha düşük askorbik aside sahip olduğu kaydedilmiştir.

      Bazı araştırmacılar, hidroponik bir sistemde yetiştirilen mikro filizlerin, aynı türün olgun yapraklarından daha düşük klorofil, karotenoid, fenol ve antosiyanin konsantrasyonuna sahip olduğunu bildirmiştir.

Yine de mikro yeşilliklerin önemli bitkisel besin kaynakları olduğu açıktır. Çok sayıda çalışmada yüksek oranda biyoaktif madde taşıdıkları ortaya konulmuştur.


MİKRO YEŞİLLİKLERİN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ

KARDİYOVASKÜLER SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ: Mikro yeşillikler, antioksidan sınıfı olan zengin bir polifenol kaynağı olduklarından dolayı kalp ve damar sağlığını korumakta etkinliğini araştıran çalışmalar devam etmektedir. Bazı hayvan çalışmalarında, mikro filizlerin trigliserit ve LDL kolesterol seviyelerini etkileyebileceği gösterilmektedir.

ALZHEİMER HASTALIĞI: Yüksek miktarda polifenol içerenler de dahil olmak üzere antioksidan açısından zengin besinler, daha düşük Alzheimer hastalığı riskiyle bağlantılı olabileceği araştırılmaktadır.

DİYABET: Antioksidanlar, şekerin hücrelere düzgün bir şekilde girmesini önleyebilecek stres türünü azaltmaya yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Laboratuvar çalışmalarında, çemen otu mikro filizlerinin hücresel şeker alımını %25-44 oranında arttırdığı görülmüştür.

BAZI KANSERLER: Antioksidan açısından zengin meyve ve sebzeler, özellikle polifenol bakımından zengin olanlar, çeşitli kanser türlerinin riskini azaltıp azaltamayacağı araştırılmaktadır. Polifenol bakımından zengin mikro filizlerin de benzer etkilere sahip olabileceği araştırılmaktadır.


ANTİKANSER ETKİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR

Yapılan araştırmalara göre antikanser etkisi üzerine en çok çalışma yapılan 6 microgreens aşağıda verilmiştir.

1- BROKOLİ MİCROGREENS (Broccoli Microgreens)    

Brokoli bitkisinin, büyük miktarda sülforafan içeriği ile belirli kanserlerin büyümesini önlemede etkili olabileceği düşünülmektedir. Benzer özellikler, lahana ve aynı familyadaki diğer sebzelerde de görülebilmektedir. Brokoli mikro filizlerini kullanan birkaç çalışma, sırasıyla hem meme kanseri hem de prostat kanseri üzerinde olumlu bazı sonuçlar bildirmiştir.

               

 Prostat kanseri

için yapılan bir çalışmada, fareleri diyet süresince %15 brokoli mikro filizleri ile besledikten sonra invaziv işlem ile prostat kanseri hücrelerinde 12 ve 28 haftalıkken toplanan doku örneklerinde sırasıyla 11 ve 2,4 kat azalma gözlenmiştir. Veriler, istilacı kanser hücrelerine sahip (diyette brokoli mikro yeşillikleri olmayan) bir kontrol grubu fareler ile karşılaştırılarak elde edilmiştir. Brokoli mikro filizleri diyet

i kanser hücrelerini tamamen tahrip etmese de, kanserlerin ilerlemesini önemli ölçüde yavaşlattığı belirtilmiştir

                  
                  Meme kanseri için, Birmingham'daki Alabama Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada; gebe fareler diyetlerinde %26 mikro yeşil brokoli bulunan bir programa göre beslenmiştir ve diğer gruplarla karşılaştırılmıştır. Çalışmaya katılan fare grupları şu şekildedir:

                           a- Brokoli diyeti ile beslenen anne farenin yavruları

                           b- Brokoli diyeti uygulayan 4 haftalık fareler.

                           c- Brokoli diyeti uygulayan 8 haftalık yetişkin fareler

Birinci grup (a), meme kanserini önlemede ikinci gruba (b) göre çok daha güçlü bir etki göstermiştir. Bununla birlikte, üçüncü grup (c) fare üzerinde önleyici bir etkisi bulunamamıştır. Çalışma, brokoli mikro yeşil diyetine daha erken maruz kalmanın, meme kanserinin daha sonraki gelişimini önlemede daha fazla etkili olabileceğini ortaya koymuştur.

2- NOHUT MİKROGREENS (Chickpea Microgreen)

Çin Bilimler Akademisinde, bir grup araştırmacı tarafından nohut mikro yeşilliklerinden izoflavonlar izole edilerek in vitro çalışma yapılmıştır. İzoflavonlar, nohut tohumlarının ve filizlerinin önemli kimyasal bileşenleridir. Nohut filizlerinden ekstrakte edilen izoflavonların, insan meme kanseri hücre hatları SKBr3 ve MCF-7 (Michigan Cancer Foundation-7) üzerindeki etkilerini sistematik olarak araştırılmıştır.

Sonuçlar, zamana ve doza bağlı bir şekilde kanser hücrelerinin büyümesi üzerinde dikkate değer bir inhibe edici etkisi olduğunu göstermiştir.

3- RUTABAGA MİCROGREENS

Jagiellonian Üniversitesinde 2013 yılında yapılan bir araştırmada, 8 günlük Rutabaga mikro yeşil ekstresinin insan tümör hücreleri üzerinde kullanılmasının umut verici bir sonuç gösterdiğini bildirmiştir. Sonuçta, anti-kanser etkinin ağırlıklı olarak rutabaga mikro filizlerinde, tohumu ve kökünde bulunan miktarlardan çok daha yüksek antioksidan seviyede olduğundan dolayı kaynaklandığı düşünülmektedir.

4- KETEN MİCROGREENS – MİKRO FİLİZLERİ (Flax Sprout)

Kuzey Dakota Eyalet Üniversitesi'nde bir grup araştırmacı tarafından keten tohumu mikro yeşilleri ile bazı meme kanser hücresi suşlarına etki eden bir deney gerçekleştirilmiştir. Keten tohumunun da insan meme kanseri hücrelerinin büyümesini yavaşlatmakta etkili olabileceği belirtilmiştir.

Bu sonuçlar, keten tohumu filizlerinin apoptozu indükleyebileceğini ve böylece kanser hücresi büyümesini engelleyerek meme kanseri hücrelerinde anti-proliferatif etkileri olabileceğini düşündürmektedir.

5- KARABUĞDAY MİCROGREENS-MİKRO FİLİZLERİ (Buckwheat sprout)

Bir grup Koreli araştırmacı, karabuğday filizinin çeşitli kanser türleri üzerindeki önleyici etkisini göstermek için mutajenik bir çalışma yürütmüştür. Çalışmada; akciğer kanseri, gastrik mide kanseri, meme kanseri, böbrek kanseri, kolon kanseri ve karaciğer kanseri dahil olmak üzere insan kanser hücre hatları kullanılmıştır. Tüm kanser oluşumu türleri bir dereceye kadar engellenirken, engelleyici etki büyük ölçüde kullanılan çözücü fraksiyonundan etkilenmiştir. Bu fraksiyon etanol + %70 karabuğday filizi ekstresinin çözeltisi daha önce farklı katmanlara ayırarak ve ardından toplanması ile elde edilmiştir. Yüksek konsantrasyonda antikanser ajanları içeren fraksiyonun sağlanması için yapılmaktadır.

Özellikle gastrik mide kanseri, etil asetat fraksiyonu ile tedavi edildiğinde %94,8'e kadar olacak şekilde en yüksek inhibe etme oranını göstermiştir.

6- BRASSİCACEAE MİCROGREENS (Brokoli, Lahana, Turp, Hardal)

Dört Brassicaceae mikro filizinin (brokoli, kara lahana, hardal ve turp) biyoerişilebilir fraksiyonlarının (BF'ler) antiproliferatif etkisi, hücre kültürü ortamında, 24 saat tedaviden sonra kolon kanserli hücreler ve normal kolon hücreleri üzerinde değerlendirilmiştir.

Biyoaktiviteleri, sindirim boşluğu ile karşılaştırılırken, kolon kanseri kemoterapötik ilaç 5-florourasil, pozitif kontrol grubu olarak kullanılmıştır. Hücre canlılığı (mitokondriyal enzim aktivite testi (MTT ve Tripan mavi testi)) ve antiproliferatif aktivite ile ilgili mekanizmalar (hücre döngüsü, apoptoz / nekroz, mitokondriyal membran potansiyeli, reaktif oksijen türleri (ROS) üretimi, Ca+2 ve glutatyon (GSH) hücre içi içerik) incelenmiştir.

Sonuç olarak, bu mikro yeşil türlerde bulunan antioksidan biyoaktif bileşikler, daha düşük askorbik asit içerikleri ve toplam antioksidan kapasiteleri ile uyumlu olarak, tümör hücrelerinin çoğalmasını azaltmıştır.

Bu nedenle, dengeli bir diyetle günlük mikro yeşillik alımı, kolon kanseri gibi kronik dejeneratif hastalıkların yükünü azaltmak için önleyici bir beslenme stratejisi olabileceği sonucu düşünülmektedir.

Mikro yeşilliklerin antikanser etkisini değerlendiren çok sayıda çalışma vardır. Yapılan çalışmaların hepsi in-vitro ve in-vivo çalışmalardır. Bu çalışmalar ileride yapılacak çalışmalara yol göstermesi açısından önemlidir. Ancak insanlar üzerinde kanser üzerine etkinliğin kanıtlandığı herhangi bir çalışma yoktur.


Kaynaklar

1- Kim, J., Luo, Y. and Gross, K. (2004). Effect of package film on the quality of fresh-cut salad savoy. Postharvest Bio. Tech. 32:99–107.

2- Pinto, E., Almeida, A. A., Aguiar, A. A. and Ferreira, I. M. (2015). Comparison between the mineral profile and nitrate content of microgreens and mature lettuces. J. Food Comp. Anal. 37:38–43.

3- Xiao, Z., Lester, G. E., Luo, Y. and Wang, Q. (2012). Assessment of vitamin and carotenoid concentrations of emerging food products: edible microgreens. J. Agri. Food Chem. 60:7644–7651.

4- Massimiliano Renna, Francesco Di Gioia, Beniamino Leoni, Carlo Mininni, Pietro Santamaria. (2017) Culinary Assessment of Self-Produced Microgreens as Basic Ingredients in Sweet and Savory DishesJournal of Culinary Science & Technology 15:2, pages 126-142.

5- Tangney CC, Rasmussen HE. Polyphenols, inflammation, and cardiovascular disease. Curr Atheroscler Rep. 2013;15(5):324.

6- Huang H, Jiang X, Xiao Z, et al. Red Cabbage Microgreens Lower Circulating Low-Density Lipoprotein (LDL), Liver Cholesterol, and Inflammatory Cytokines in Mice Fed a High-Fat Diet. J Agric Food Chem. 2016;64(48):9161-9171.

7- Malar DS, Devi KP. Dietary polyphenols for treatment of Alzheimer's disease--future research and development. Curr Pharm Biotechnol. 2014;15(4):330-342.

8- Thenmozhi AJ, Manivasagam T, Essa MM. Role of Plant Polyphenols in Alzheimer's Disease. Adv Neurobiol. 2016;12:153-171.

9- Gordon M. Dietary antioxidants in disease prevention. Nat Prod Rep. 1996;13(4):265-273.

10- Zhou Y, Zheng J, Li Y, et al. Natural Polyphenols for Prevention and Treatment of Cancer. Nutrients. 2016;8(8):515. Published 2016 Aug 22.

11- https://www.healthline.com/nutrition/microgreens#health-benefits

12- K. A. Michell, et al. (2020). Microgreens: Consumer Sensory Perception And Acceptance Of An Emerging Functional Food Crop. Food Science, sf: 926-935. 

13- Beaver LM, Lӧhr CV, Clarke JD, et al. Broccoli Sprouts Delay Prostate Cancer Formation and Decrease Prostate Cancer Severity with a Concurrent Decrease in HDAC3 Protein Expression in Transgenic Adenocarcinoma of the Mouse Prostate (TRAMP) Mice. Curr Dev Nutr. 2017;2(3):nzy002. Published 2017 Dec 26.

14- Li Y, Buckhaults P, Li S, Tollefsbol T. Temporal Efficacy of a Sulforaphane-Based Broccoli Sprout Diet in Prevention of Breast Cancer through Modulation of Epigenetic Mechanisms. Cancer Prev Res (Phila). 2018;11(8):451-464.

15- Chen H, Ma HR, Gao YH, et al. Isoflavones extracted from chickpea Cicer arietinum L. sprouts induce mitochondria-dependent apoptosis in human breast cancer cells. Phytother Res. 2015;29(2):210-219.

16- Lee, J., Cho, K. Flaxseed sprouts induce apoptosis and inhibit growth in MCF-7 and MDA-MB-231 human breast cancer cells. In Vitro Cell.Dev.Biol.-Animal 48, 244–250 (2012).

17- Fuente B, López-García G, Máñez V, Alegría A, Barberá R, Cilla A. Antiproliferative Effect of Bioaccessible Fractions of Four Brassicaceae Microgreens on Human Colon Cancer Cells Linked to Their Phytochemical Composition. Antioxidants (Basel). 2020;9(5):368. Published 2020 Apr 28.


Son günlerde, medyada çıkan ve sosyal medya ile hızla yayılan COVID-19 infeksiyonundan korunmak için zeytin yaprağı kullanılmasına yönelik söylemler son derece tehlikeli bir durum almaya başlamıştır. Özellikle hiçbir zararının olmadığı, istenileceği kadar içilebileceği gibi öneriler bilimsel dayanağı olmayan ve insan sağlığını tehlikeye atan beyanlardır. Bu tür iddialar kullanan kişileri tedbirsizliğe sevk etmekte ve toplum sağlığını tehlikeye atmaktadır. Salgının yayılması açısından da son derece tehlikeli sonuçlara yol açması olasıdır.

Bu beyanların aksine, zeytin yaprağı hakkında yapılan literatür çalışmaları incelendiğinde bu iddiaların tam anlamıyla desteklenmediği görülmektedir.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli hususlar şunlardır:

  • Zeytin yaprağının, COVID-19 infeksiyonunda ve diğer viral infeksiyonlarda kullanılabileceğini destekleyici yeterli güvenli kanıt yoktur (klinik çalışmalar).
  • Geleneksel kullanım ile COVID-19’da kullanımı bağlantılı değildir.
  • İddiaları destekleyen bilimsel çalışmalar preklinik çalışmalar olup, laboratuvar çalışmaları, aktivite veya hayvan deneyleri seviyesindedir. Bu durum iddiaları desteklememekte olmasının yanında “bilimsel çalışma var” denilerek güvenli olduğu algısı yaratmaktadır.
  • Bunlara ek olarak tamamen güvenli olduğunun aksine zeytin yaprağı ekstresi şeker ve tansiyonu hızla düşürebilir, hipoglisemi veya hipotansiyona neden olur ki bunlar da ciddi problemlerdir. Tansiyon ve diyabet hastaları zeytin yaprağını kullanmaktan kaçınmalıdır.
  • Ayrıca platelet agregasyonu inhibe eden ilaçlarla da etkileşebileceğini gösteren çalışmalar vardır.


Olea europaea L. (Oleaceae) Zeytin (Olive)

Drog: Oleae folium (Zeytin Yaprakları)

Zeytin anavatanı Akdeniz bölgesi olan ve ülkemizde de doğal olarak yetiştiği gibi binlerce yıldır kültürü yapılan bir ağaçtır. Doğal olarak yetişenleri delice olarak adlandırılır. Meyvelerinden elde edilen yağı ise aynı zamanda tıbbi olarak kullanılan en önemli ürünüdür.

Tarihçesi ve Geleneksel kullanımı

İnsanoğlunun varlığı ile birlikte anılmaya başlayan zeytin, eski çağlardan bu yana yaşamın her devresinde barışın ve sağlıklı yaşamın sembolü olmuştur. Meyvesi ve yağı gıda olarak kullanılan bu antik bitkinin tüm kısımları günlük hayatın her alanında yer almıştır. Atık olarak düşünülen zeytin çekirdeği ve zeytin yaprağı ise halk hekimliğinde uzun yıllardır kullanılmıştır.

            Zeytin yaprağı geleneksel olarak, antihipertansif, antidiyabetik, diüretik, ateş düşürücü, iştah açıcı ve kabızlığa karşı kullanılmakla beraber aynı zamanda soğuk algınlığında da kullanılmıştır.

Ülkemizde, zeytin yaprakları ve gövde kabuğundan hazırlanan %5'lik infüzyon, halk arasında iştah açıcı, idrar arttırıcı, kabız, ateş düşürücü ve şeker hastalığına karşı kullanılmaktadır. Haricen ise iltihaplı yaraların temizlenmesinde ve pansumanında faydalanılmaktadır.

Yapraklar doğrudan kullanılacaksa genellikle, 7-8 g kuru yaprağın 150 ml sıcak suyla infüzyonu hazırlanarak günde 3-4 kez içilir. 

Kimyasal bileşimi

Zeytin yaprağı ekstresinde bir sekoiridoit olan oleuropein, triterpen olan oleanolik asit, maslinik asit, flavanoit olan luteolin-7-O-glikozit, apigenin-7-O- glikozit, rutin ve hesperidin kalkonlar olarak da olivin, olivin-4'-O-diglikozit gibi aktif bileşenler bulunmakla birlikte,  özütünün ana bileşenleri oleuropein ve hidroksitirozol’dür.

Bilimsel çalışmalar, zeytin meyvesinin ve yağının yüksek oranda oleuropein etken maddesi içerdiğini; hatta zeytin yaprağının ihtiva ettiği oleuropein maddesinin diğer kısımlarına oranla çok daha yüksek olduğunu göstermiş ve  aktif bir fitokimyasal olduğunu ortaya koymuştur.


Olea europaea (Zeytin)-Moleküler Modelleme Çalışmaları

Çalışma 1: Molecular Docking of Olea europaea and Curcuma Longa Compounds as Potential Drug Agents for Targeting Main-Protease of SARS-nCoV2

Yapılan bir moleküler modelleme çalışmasında, SARS-nCoV2'nin ana proteaz (Mpro/3CLpro) olarak adlandırılan hedef proteinlerine karşı Olea europaea’dan izole edilen bileşiklerin (ana proteaz) ligand-protein etkileşimi değerlendirilmiş ve potansiyel inhibitör etkisi araştırılmıştır.

Etkileşim genellikle bir ligandın hedef protein ile ne kadar stabilize bir bağ oluşturabileceğini açıklar. Düşük bağlanma enerjisi, ligandın etkili bir inhibitör olmasına imkan veren stabilize bağ oluşumuna yol açar.

Bu bileşenler içerisinde en düşük bağlanma enerjisine sahip olan bileşen Neuzhedine (-10 kcal/mol) olduğu için virüs proteini (SARS-nCoV2'nin M-proteaz) ile de daha stabilize bir bağ oluşturarak en yüksek inhibitör etkiyi göstermiştir (Saif ve ark., 2020).

Çalışma 2: Potential Inhibitor of COVID-19 Main Protease (Mpro) From Several Medicinal  Plant Compounds by Molecular Docking Study

Diğer bir moleküler modelleme çalışmasında, çeşitli biyoaktif bileşiklerin COVID-19 Mpro inhibitör etkileri değerlendirilmiştir. Nelfinavir ve lopinavir karşılaştırma için standart olarak kullanılmıştır.

COVID-19 Mpro'nun potansiyel inhibitörleri olarak kemferol, kersetin, luteolin-7-glukozit, demetoksikurkumin, naringenin, apigenin-7-glucoside, oleuropein, kurkumin, kateşin, epikateşingallat, zingerol, gingerol ve allisin araştırılmıştır.

Sonuçlar, afiniteye (ΔG) göre sıralanmış bileşiklerin inhibisyon potansiyelininin; nelfinavir> lopinavir> kemferol> kersetin> luteolin-7-glukozit> demetoksikurkumin> naringenin> apigenin-7-glukozit> oleuropein (-7,31)> kurkumin> kateşin> epigallokateşin> zingerol> gingerol> allisin olduğunu göstermiştir. (Khaerunnisa ve ark., 2020)

PREKLİNİK ÇALIŞMALAR

Zeytin yaprağı ile yapılan in vivo ve in vitro çalışmalar ekstre ve oleuropein etkin maddesi üzerinden belirlenmiştir.

Antiviral Aktivite

Oleuropein, asit ile hidrolize olup, in vitro koşullarda antiviral olarak bildirilen (-) elenolik asit bileşiğine dönüşmektedir. Buna ek olarak; zeytin yaprağının zengin oleanolik asit ve kalsiyum elenolat bileşiklerine bağlı olarak parainfluenza, Herpes simpleks, psödorabiler, çocuk felci virüsleri, rinovirüsler, mikovirüsler, coxsackie virüsü, varicella zoster ve ensefalo miyokardit olmak üzere çok sayıda virüse karşı antiviral aktiviteye sahip olduğu gösterilmiştir(25)

Ayrıca Olea europaea yapraklarından hazırlanan sulu ekstrenin in vitro bir çalışmada, HIV-1'in hücreden hücreye geçişini ve replikasyonunu doza bağlı inhibe ettiği, enfekte olmayan hücrelerde ise herhangi bir toksik etkisinin bulunmadığı belirlenmiştir. Laboratuvar çalışmaları ve diğer erken araştırmalar, zeytin yaprağı ekstresinin özellikle HIV'e karşı antiviral aktiviteye sahip olabileceğini düşündürmektedir (1)

Genel olarak zeytin yaprağının ve oleuropeanin viral enfeksiyonları engellemedeki fonksiyonları ve güçlü antiviral kapasiteleri ile ilgili olarak öne sürülen bazı mekanizmalar literatürlerde şu şekilde yer almaktadır:

  • Virüsün konak hücreye tutunmasının önlenerek, viral enfeksiyonun ve yayılma yeteneğinin azaltılması,
  • Viral gelişim için kritik olan amino asitlerin üretiminin ve dolayısıyla protein sentezinin engellenmesi,
  • Viral replikasyonun baskılanması
  • RNA genomuna sahip virüslerde, ters transkriptaz ve proteaz enzimlerinin üretimininin nötralize edilmesi
  • Fagositozu uyararak, viral partikülün konak hücre tarafından hücre dışına salınımının stimüle edilmesi

Antiinflamatuar Aktivite

Yapılan bir in vivo çalışmada farelere oleuropein uygulamasının TNF-, IL-1β ve NO'da önemli bir azalmaya neden olduğu bildirilmiştir. Başka bir çalışmada oleuropeinin, makrofajlarda nitrik oksit sentaz enzim indüksiyonu yoluyla nitrik oksit (NO) üretimini ve bununla birlikte immün kompetan hücrelerin fonksiyonel aktivitesini artırdığı gösterilmiştir. Oleuropeinin ayrıca lökotrien B4 üretimi ve lipoksijenaz aktivitesi gibi diğer enflamatuar ajanları da inhibe ettiği gösterilmiştir.

Zeytin yaprağı içinde bulunan bir diğer etkin madde hidroksitirozol'un, in vitro koşullarda, insan monositik THP-1 hücrelerinde iNOS, COX-2 ve TNF-α gibi proinflamatuar ajanları ihhibe ettiği gözlenmiştir. Ayrıca bir diğer çalışmada, hidroksitirozol’un iNOS ve COX-2 gen ekspresyonunu düzenlediği, NF-κB, STAT-1α ve IRF-1 aktivasyonunu engellelediği ve bu özelliklerinden dolayı oksidatif hasarlarını azalttığı ve antienflamatuar etki gösterdiği bulunmuştur

İmmünomodülator Etki

İn vitro bir çalışmada oleuropein ve Olea europaea ekstresinin uyarılmamış lenfositler üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Oleuropein lenfositler üzerinde belirgin bir sitotoksik etki göstermemiş, aksine lenfositleri stimüle etmiş ve çoğalmalarını hızlandırmıştır. Lenfosit uyarıcı etkileri konsantrasyona ve zamana bağlı olarak büyük bir artış olduğu gösterilmiştir (14).

Platelet Agregasyonunu İnhibe Edici Aktivite

2002 yılında yapılan in vitro bir çalışmada, oleuropeinin, 10 µM konsantrasyonda, araşidonik asit, adenozin difosfat ve platelet aktive edici faktörlerce indüklenmiş trombosit agregasyonunu engellediği, bu etki ve LDL oksidasyonunu inhibe edici etkisi nedeniyle ateromatik plak oluşumunu önlemede rol oynadığı bulunmuştur (13).

KLİNİK ÇALIŞMALAR

Platelet Agregasyonunu İnhibe Edici Etki

18-54 yaşları arasında 11 sağlıklı ve sigara içmeyen erkek gönüllünün katıldığı bir klinik çalışmada haftalık olarak 22 ml kan toplanarak tam kan analizi yapılmış ve uygun miktarlarda %0.1, 0.3, 0.5, 0.7 ve 1.0’lik zeytin yaprağı ekstresi ilave edilerek platelet agregasyonu 6 dk boyunca kaydedilmiştir. Yapılan analizler sonucunda doza bağlı olarak %1.0 konsantrasyonda zeytin yaprağı ekstresinin platelet aktivitesini azalttığı saptanmıştır. Gözlenen bu etkinin yaprak içinde bulunan polifenollerin sinerjik bir etkisi olduğu sadece oleuropeinden kaynaklanmadığı bildirilmiştir (12).

Üst Solunum Yolları Hastalıkları Üzerine Etki       

Randomize plasebo kontrollü bir klinik çalışmada, zeytin yaprağı ekstresinin üst solunum yolları hastalıklarına etkisini araştırmak amacıyla sporcu otuz iki lise öğrencisine, dokuz hafta boyunca günlük bir plasebo (glütensiz mısır nişastası içeren tablet) veya zeytin yaprağı ekstresi (100 mg oleuropein içeren 20 g zeytin yaprağına eşdeğer) takviyesi verilmiştir. Haftada iki kez sağlık, idman yüklenmesi ve solunum yolu hastalığı ölçümleri (sportif üst solunum yolu hastalığı (SUPPRESS) anketi) idmanlarda, toplantılarda veya müsabakalarda kaydedilmiştir.

9 hafta süren bu ölçümlerde kaydedilen sonuçlara göre hastalık sıklığında önemli bir fark gözlenmezken (olasılık oranı (OR): 1,02 (%95 güven aralığı (CI) 0,21–4,44), zeytin yaprağı esktresi ile desteklenildiğinde hastalık günlerinde (OR: 0,72 (%95 CI 0,56–0,93) p-değeri = 0,02) %28'lik önemli bir azalma gözlenmiştir. Bir sezon boyunca zeytin yaprağı ekstre takviyesi almak sporcuların üst solunum yolları hastalıkları insidansını önemli ölçüde azaltmazken, süreyi azaltarak yarışa dönüşlerinin hızlanmasına yardımcı olmuştur (17).

Vasküler Fonksiyon Üzerine Etki

Zeytin yapraklarınının içinde bulunan polifenoller (başlıca oleuropein ve hidroksisitirosol) nedeniyle çeşitli kardiyovasküler risk faktörlerini olumlu şekilde değiştirdiği gösterilmiştir.

Yapılan bir çalışmada, zeytin yaprağı ekstresinin (OLE), vasküler fonksiyon ve iltihaplanma üzerindeki etkisini araştırmak ve fizyolojik sonuçları absorbe edilmiş fenoliklerle ilişkilendirmek amacıyla dokuzu erkek, dokuzu kadın olmak üzere on sekiz sağlıklı gönüllü ile randomize, çift kör, plasebo kontrollü bir akut müdahale denemesi yapılmıştır. Gönüllüler tek seferde OLE (51 mg oleuropein; 10 mg hidroksisitirosol) veya plasebo takviyesi alacak şekilde ayrılmıştır.

DVP-sertlik indeksi ve ex vivo IL-8 üretimi, kontrole kıyasla OLE tüketiminden sonra önemli ölçüde azalmış (P, 0-5), HT ve oleuropein fenolik metabolitlerinin idrarda atılımı 8-24 saat sonra zirve yapmıştır.

Bu çalışma, OLE'nin vasküler fonksiyonu ve IL-8 üretimini olumlu bir şekilde modüle ettiğini, zeytin içeriğindeki fenolik maddelerin sağlık için faydalı olabileceğini ve bu kapsamda daha çok çalışma yapılması gerekliliğini göstermiştir (18).


Hipertansiyon

Evre-1 hipertansiyonlu kaptopril kullanan hastalarda yürütülen çift-kör, randomize, paralel ve konrollü bir klinik çalışmada zeytin yaprağı ekstresinin antihipertansif ve hipolipidemik etkisi değerlendirilmiştir. Standardize zeytin yaprak ekstresi (EFLA®943) oral olarak 8 hafta boyunca günde iki kez 500 mg verilmiştir. Başlangıçta günde iki kez 12,5 mg doz rejiminde kaptopril verilmiştir. İki hafta sonra, kaptoprilin dozu, tedaviye verilen cevaba göre günde iki kez 25 mg'a kadar standardize edilmiştir.

Sistolik kan basıncında (SKB), başlangıçtan 8. haftaya kadar azalma olmuştur. Lipit profili iyileşmesini değiştiren diyastolik kan basıncı (DKB) olduğu kadar SKB’dır. Sekiz haftalık tedaviden sonra, her iki grup da SKB'nin yanı sıra DKB'de de başlangıca göre önemli bir azalma gözlenmiştir. Zeytin yaprağı ekstresi verilen grupta trigliserit düzeyinde belirgin bir azalma gözlenmiş, kaptopril grubunda ise bu azalma gözlenmemiştir. Sonuçta, evre-1 hipertansiyonlu hastalarda günde iki kez 500 mg dozda verilen ekstre, sistolik ve diyastolik kan basıncını düşürmede günde 2 kez alınan 12,5-25 mg kaptoprile benzer etki göstermiştir (19).

Diyabet

Tip 2 diyabetli 79 hasta ile yürütülen bir çalışmada, hastaların çalışma öncesinde tedavileri en az üç ay boyunca stabil kalmıştır, tedavi şekilleri ve dozları değişmemiştir. Pişmiş pirinç yüklemesinden sonra zeytin yaprağı ekstresiyle tedavi edilenlerde kontrol grubu ile kıyaslanıldığında kan glikoz düzeyinde önemli bir düşüş görülmüştür.

Zeytin yaprağı ekstresindeki oleuropeinin hipoglisemik etkisini açıklamak için iki mekanizma öne sürülmüştür; glikozla indüklenen insülin salımı ve artmış periferal glikozun geri alımıdır. Zeytindeki oleuropein glikozun hücreye geri alımını hızlandırır, plazma glikoz seviyesinin düşmesine yol açar. Oleuropein bir glikozit olduğundan glikozun ince bağırsağın epitelyal hücrelerinde sodyuma bağlı olarak transferini (SGLT1) sağlayarak glikozun hücre içine girişine yardımcı olur.

Deneysel veriler, inhibe edilmiş sodyuma bağlı glikoz transferi ve bağırsaktaki SGLT1 ile diyetteki flavonol monoglikozitler arasındaki etkileşime odaklanmaktadır. Zeytin yaprağı ekstresi pankreatin amilaz aktivitesini inhibe ederek hipoglisemik etkiyi açığa çıkarabilir. Bu çalışmadaki sonuçlar zeytin yaprağı ekstresinin diyabetli hastalardaki hipoglisemik etkide faydalı olabileceği ile ilişkilendirilmiştir. Söz konusu etki daha geniş klinik denemelerle araştırılmalıdır (20).

TOKSİSİTE 

Oleuropein ile fareler üzerine yapılmış akut toksisite çalışmalarında, 1000 mg/kg gibi yüksek bir doz uygulanmasına rağmen herhangi bir ölüm veya advers etki gözlenmemiştir. Bundan dolayı LD50 değeri belirlenememiştir (9).

Zeytin meyve ve yapraklarından elde edilen fenolik bileşiklerin güvenlik limitleri fare serumunda alanin aminotransferaz (ALT) ve aspartat aminotransferaz (AST) aktivitelerine ve total lipitlerin serumdaki değerine bakılarak belirlenmiştir. Zeytin yaprağından elde edilen serbest ve total fenolik bileşikler (tirozol, hidroksitirozol, vb.) 400, 800 ve 1600 ppm dozlarda 7 hafta boyunca farelere verilmiş, 400 ve 800 ppm dozlarda ALT, AST ve serum total lipitlerinde belirgin bir değişiklik gözlenmemiştir; ancak 1600 ppm’de ALT ve AST aktivitelerinde ve lipit içeriklerinde önemli bir artış gözlenmiştir. Ayrıca 7 haftalık deney sonunda yapılan mikroskobik analizler zeytin yaprağındaki fenolik bileşiklerin 1600 ppm dozda farelerin böbrek ve karaciğer dokularında hasara neden olduğunu göstermiştir (15).

 YAN ETKİ VE KONTRENDİKASYONLAR

Oral kullanılan zeytin yağı nadir olarak mide bulantısına sebep olabilir (3). Bir klinik çalışmaya katılan 3 hasta, zeytin yaprağı tüketimini takiben mide bulantısı bildirmiştir (4).

Safra kanalı taşı olan hastalarda, safra sekresyonunu artırarak safra koliği oluşturabilir. Ayrıca bitkinin, potansiyel hipoglisemik, hipotansif etkilerinden dolayı hipertansif ve diyabetik hastalar dikkatli şekilde izlenmelidir. 

İlaç kullanan hipertansiyon ve diyabet hastaları zeytin yaprağı kullanmaktan kaçınmalıdır.


İLAÇ, BİTKİ ve TAKVİYELERLE ETKİLEŞİMLER

Zeytin yaprağı ekstresi kan basıncını düşüren ilaçların etkisini arttırabilir ve teorik olarak antidiyabetik ilaçlarla etkileşip kan glukoz düzeyini etkileyebilir. Ayrıca kan pıhtılaşmasını ve platelet agregasyonu inhibe eden ilaçlarla da etkileşebilir. Bu nedenle zeytin yaprağı ekstresini bu grup ilaçlarla kullanırken dikkatli olunmalıdır (11)

Antikoagülan/ Antiplatelet İlaçlarla Etkileşim

İn vitro kanıtlar ve insanlarda yapılan ön araştırmalar, zeytinyağının antiplatelet etkinliğini göstermektedir (5,6).

Teorik olarak, zeytinyağının antikoagülan veya antitrombosit ilaçlarla birlikte kullanılması bazı kişilerde kanama riskini artırabilir. Aspirin, klopidogrel (Plavix), dalteparin (Fragmin), dipiridamol (Persantine), enoksaparin (Lovenox), heparin, ticlopidin (Ticlid), warfarin (Coumadin) gibi ilaçlar ve angelica, karanfil, danshen, sarımsak, zencefil, ginkgo, Panax ginseng, kırmızı yonca, zerdeçal, söğüt gibi bitkilerle birlikte kullanılması durumunda hasta dikkatle izlenmelidir.

Antidiyabetik İlaçlarla Etkileşim

Teorik olarak, zeytin ile birlikte kullanım, kan şekerini düşürücü etkileri artırabilir (2).

Glimepirid, gliburit, insülin, pioglitazon, rosiglitazone gibi örneklenebilecek andidiyabetiklerle ve hipoglisemik potansiyele sahip şeytan pençesi, çemen otu, sarımsak, guar zamkı, at kestanesi, Panax ginseng, psyllium ve Sibirya ginsengi gibi bitkilerle birlikte kullanımında kan glukoz değerleri yakından izlenmelidir.

Antihipertansif İlaçlarla Etkileşim

Teorik olarak, zeytin ile birlikte kullanım, kan basıncını düşürücü etkileri arttırabilir (2).

Kaptopril (Capoten), enalapril (Vasotec), losartan (Cozaar), valsartan (Diovan), diltiazem (Cardizem), Amlodipine (Norvasc), hydrochlorothiazide (HydroDIURIL), furosemide (Lasix) ve diğer antihipertansiflerle ve andrografis, kazein peptidleri, kedi pençesi, koenzim Q-10, sh yağı, L-arginin, lycium, ısırgan otu, teanin gibi bitki ve takviyelerle birlikte kullanımında dikkatli olunmalıdır.

Kalsiyum ve Glukoz

Zeytin yaprağı serum kalsiyum ve kan glukoz seviyelerini seviyelerini düşürebilir (2).


SONUÇ:

Zeytin yaprakları, başta polifenoller olmak üzere çeşitli ikincil metabolitler için zengin kaynaklardır. Zeytinlerden elde edilen oleuropein, hidroksitirozol, oleanolik asit ve maslinik asidin, in vivo ve in vitro çalışmalarda çeşitli sinyal yollarını modüle ederek antiviral, antienflamatuar, antimodülatör, antitrombotik ve antioksidan etkiler gibi çeşitli aktiviteler gösterdiği bulunmuştur.

COVID-19 üzerine yapılan birkaç moleküler modelleme çalışmasında ise, oleuropein, oleanolik asit ve maslinik asidin, esasen SARS-CoV-2'nin replikasyonu için gerekli olan Mpro ve  3CLpro’ya yüksek afinite gösterdiği ve COVID-19'a karşı gelecek vaat ettiği ifade edilse de henüz bu etki herhangi bir klinik çalışma ile ispatlanmamıştır.

İddiaları destekleyen bilimsel çalışmalar preklinik çalışmalar olup, laboratuvar çalışmaları, aktivite veya hayvan deneyleri seviyesindedir. Bu durum iddiaları desteklememekte beraber “bilimsel çalışma var” denilerek güvenli olduğu algısı yaratmaktadır. Zeytin yaprağının, COVID-19 infeksiyonunda ve bunun dışındaki farklı viral infeksiyonlarda etkilerini destekleyen veriler yetersizdir.

KAYNAKÇA

[1] Lee-Huang, S., Zhang, L., Huang, P. L., Chang, Y. T., and Huang, P. L. Anti-HIV activity of olive leaf extract (OLE) and modulation of host cell gene expression by HIV-1 infection and OLE treatment. Biochem Biophys Res Commun. 8-8-2003;307(4):1029-1037.

[2] Cherif S, Rahal N, Haouala M, et al. [A clinical trial of a titrated Olea extract in the treatment of essential arterial hypertension]. J Pharm Belg 1996;51:69-71.

[3] Castro M, Romero C, de Castro A, Vargas J, Medina E, Millán R, Brenes M. Assessment of Helicobacter pylori eradication by virgin olive oil. Helicobacter. 2012 Aug;17(4):305-11.

[4] Somerville V, Moore R, Braakhuis A. The effect of olive leaf extract on upper respiratory illness in high school athletes: A randomised control trial. Nutrients. 2019;11(2). pii: E358.

[5] Petroni, A., Blasevich, M., Salami, M., Papini, N., Montedoro, G. F., and Galli, C. Inhibition of platelet aggregation and eicosanoid production by phenolic components of olive oil. Thromb.Res. 4-15-1995;78(2):151-160.

[6] Fischer S, Honigmann G, Hora C, et al. [Results of linseed oil and olive oil therapy in hyperlipoproteinemia patients]. Dtsch Z Verdau Stoffwechselkr 1984;44:245-51.

[7] Baytop T. Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi Geçmişte ve Bugün (2. baskı). Nobel Tıp Kitabevi İstanbul 1999; s 369.

[8] Fleming T. PDR for herbal medicines (1st ed). Medical Economics Company 1998; pp 556-557.

[9] Kartal M, Yüzbaşıoğlu M. Olea europaea (Zeytin). Kitap: FFD Monografları Tedavide Kullanılan Bitkiler (2. Baskı). MN Medikal&Nobel Ankara 2011; ss 443-448.

[10] Baytop T. Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi Geçmişte ve Bugün (2. baskı). Nobel Tıp Kitabevi İstanbul 1999; s 369.

[11] PDR for Herbal Medicines, 4rd ed., Thomson PDR, Montvale, NJ (2007).

[12] Singh I, Mok M, Christensen AM, et al. The effects of polyphenols in olive leaves on platelet function. Nutr Metab Cardiovasc Dis 2008; 18 (2):127-132.

.

[13] Andrikopoulos N.K., Antonopoulou S. and Kaliora A.C. (2002).Oleuropein inhibits LDL oxidation induced by cooking oilfrying by products and platelet aggregation induced byplatelet-activating factor. Lebensmittel Wissenschaft undTechnologie 35: 479–484.

[14] Mangion Randon A., Attard E., The in vitro Immunomodulatory Activity of Oleuropein, a Secoiridoid Glycoside from Olea europaea L., Nat Prod Commun., 2007, 2, 515-519.

[15] Farag, A., Okazy, A., Asward, A., 2003. Devolopmental Toxicity Study of Chlorpyrifos in Rats. Reprod. Toxicol. 17.

[16] https://en.wikipedia.org/wiki/Oleuropein.

[17] Somerville V, Moore R, Braakhuis A. The Effect of Olive Leaf Extract on Upper Respiratory Illness in High School Athletes: A Randomised Control Trial. Nutrients. 2019 Feb 9;11(2):358.

[18] Lockyer S, Corona G, Yaqoob P, Spencer JP, Rowland I. Secoiridoids delivered as olive leaf extract induce acute improvements in human vascular function and reduction of an inflammatory cytokine: a randomised, double-blind, placebo-controlled, cross-over trial. Br J Nutr. 2015 Jul 14;114(1):75-83. 

[19] Susalit E, Agus N, Effendi I, et al. Olive (Olea europaea) leaf extract effective in patients with stage-1 hypertension: comparison with Captopril. Phytomedicine 2011; 18(4):251-258.

[20] Wainstein J, Ganz T, Boaz M, et al. Olive leaf extract as a hypoglycemic agent in both human diabetic subjects and in rats. J Med Food 2012; 15 (7):605-610.

[21] Persia, F.A., Mariani, M.L., Fogal, T.H. ve Penissi, A.B. 2014. Hydroxytyrosol and oleuropein of olive oil inhibit mast cell degranulation induced by immune and nonimmune pathways. Phytomedicine, 21(11): 1400-1405.

[22] Magrone, T., Spagnoletta, A., Salvatore, R., Magrone, M., Dentamaro, F., Russo, M.A. ve Jirillo, E. 2018. Olive leaf extracts act as modulators of the human immune response. Endocrine, Metabolic & Immune Disorders-Drug Targets, 18(1): 85-93.

[23] Saif R, Raza MH, Rehman T, Zafar MO, Zia S, Qureshi AR. Molecular Docking of Olea europaea and Curcuma Longa Compounds as Potential Drug Agents for Targeting Main-Protease of SARS-nCoV2. November 2020.

[24]  Khaerunnisa, S.; Kurniawan, H.; Awaluddin, R.; Suhartati, S.; Soetjipto, S. Potential Inhibitor of COVID-19 Main Protease (Mpro) From Several Medicinal Plant Compounds by Molecular Docking Study. Preprints 2020, 2020030226 (doi: 10.20944/preprints202003.0226.v1).

[25]AMR. Alternative Medicine Review. Olive Leaf Monograph - Foundational Med Rev. 2009; 14(1). http://www.altmedrev.com/archive/publications/14/1/62.pdf

[-] https://naturalmedicines .therapeuticresearch.com/ 



            Pelargonium sidoides “Afrika Sardunyası” olarak bilinen ve köklerinden hazırlanmış etanollü ekstresi, viral enfeksiyonlarda çok kullanılan bir bitkidir. Ancak P. sidoides ekstresi ile yapılan klinik çalışmalarda sıklıkla mide bulantısı, kusma, diyare, epigastrik ağrı, disfaji gibi birçok gastrointestinal sorunlar kaydedilmiştir. Hipersensitivite reaksiyonları, bronkospazm, kaşıntı, anaflaksi, tip 1 akut hipersensitivite reaksiyonu gelişen hastaların vaka raporlarına rastlanmıştır. Güvenlik konusunda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

Geleneksel Kullanımı 

            Pelargonium sidoides Güney Afrika’da geleneksel ilaç olarak diyare, dizanteri, öksürük, soğuk algınlığı, tüberküloz ve gastrointestinal durumları tedavi etmek için kullanılmaktadır.  1895’de Smith tarafından dizanteri tedavisinde kullanılan ilk bitki olarak kaydedilmiştir. 

Bitki Güney Afrika’da geleneksel tedavide uzun yıllar kullanılmış ve halen kullanılmaya devam etmektedir. Thunberg ve van der Stel gibi kaşifler tarafından ilk defa hem Pelargonium sidoides hem de diğer Güney Afrika geleneksel ilaçları tanımlanmıştır.  Bitki Avrupa’da İngiliz Charles Henry Stevens tarafından tanıtılmıştır. Charles Henry Stevens bitkinin köklerinin demleme şeklinde hazırlanması ile tedavi edici etkisi olduğuna inanmaktadır. Hazırladığı ürünler “Stevens’ Consumption Cure” şeklinde Büyük Britanya piyasasında yer almıştır. 

            Bitkinin tedavi de kullanımı zaman içerisinde popülaritesi yalnızca Güney Afrika’da değil birçok Avrupa ülkesinde, Meksika’da, Baltık ülkelerinde artmıştır. Ardından terapötik yararlarına yönelik olan dökümanlar göz önüne alınarak Almanya’da modern formülasyonu oluşturulmuştur. 

Kimyasal bileşenleri

Bitkinin köklerinden elde edilen bileşiklerin içerisinde oligomerik ve polimerik proantosiyanidinler önemli miktarda bulunmaktadır. Protoantosiyanidin oligomerleri olarak epigallokateşin ve gallokateşin yapısındaki bileşiklerdir. 

Ayrıca umkalin ve okside olmuş ve sülfatlanmış kumarin bileşikleri de bitkinin köklerinde izole edilmiştir. Bitkinin köklerinden elde edilen etanollü ekstresinin içerisinde ise kumarinler, fenolik asit ve protoantosiyanidin bileşiklerini içeren fenolik bileşikler grubu flavonoitler, fitosterol bileşikleri, karbonhidratlar, mineraller bulunmaktadır.

Dozaj Şekilleri

Birçok ülkede sıvı ekstre, film kaplı tablet, şurup, oral solüsyon şeklindeki farmasötik dozaj formları olarak bulunmakta ve bu dozaj şekilleri soğuk algınlığı, öksürük, üst solunum yolları enfeksiyonları, kulak-burun-boğaz enfeksiyonları, akut bronşit gibi birçok endikasyon için kullanılmaktadır.

Farmakolojik Etki Mekanizmaları

Antibakteriyal etki

Bitkinin sulu ekstresinin solunum yollarında enfeksiyona neden olan Staphylococcus aureus, Streptococcus pneumoniae, Beta-hemolitik Streptococcus 1451, Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae, Proteus mirabilis, Pseudomonas aeruginosa, Haemophilus influenzae bakterilerine karşı etkisi Penisilin G ve eritromisin ile kıyaslandığında bu ajanlardan daha yüksek konsantrasyonda kullanıldıklarında antibakteriyal etkiye sahip oldukları belirlenmiştir. Köklerinden elde edilen ekstre bakterinin dokuya tutunma oranını azaltmaktadır. 

Mycobacterium tuberculosis etkenine karşı bitkinin köklerinin hekzan, etanol, aseton, bütanol ile hazırlanan ekstrelerinin etkili olduğu görülürken, bitkiden izole edilen; flavonoit, kumarin bileşikleri inhibitör etki göstermemiştir.

İmmunomodülatör etki

            Bitkinin köklerinden elde edilen ekstrenin TNF-α ve nitrik oksit salınımını arttırması aracılığıyla interferon-ß, NK (doğal öldürücü) hücre aktivitesini ve interferon benzeri aktiviteyi arttırdığı kaydedilmiştir. Bu etkinin bitkinin içerisinde yer alan polifenolik bileşiklerden kaynaklı olduğu düşünülmektedir. İn vitro ortamda fagositoz aktivitesini arttırdığı gösterilmiştir.  

Antiviral etki

Köklerinden elde edilen sulu ekstre HSV-1 ve HSV-2 virüslerine karşı inhibitör etki göstermiştir. Bitki ekstresi virüsü penetrasyon fazında inhibe ederken, konvansiyonal ilaç olan asiklovir virüsü intraselüler alanda inhibe etmektedir. 

Mukolitik etki 

İn vitro ortamda bitkinin etanollü ekstresi siliyer temizleme sıklığını arttırdığı için nazal mukoza üzerinde lokal uygulama ile olumlu etki göstereceği ancak bu durumun ekstrede yer alan tannin bileşiklerinin ortalama astrejan etkisi ile sınırlandığı belirtilmiştir.

KLİNİK ÇALIŞMALAR:

            Yapılan klinik çalışmalar incelendiğinde çalışmaların çoğunluğunda üst solunum yolları hastalıklarında ve ateş, boğaz ağrısı, öksürük gibi semptomlarında iyileşme sağlandığı kaydedilmiştir. 

Akut bronşit vakalarında kullanıldığında hastalarda iyileşme görülmüştür. Bronşit Ciddiyet Skorunda plasebo ile kıyaslanınca azalma olduğu belirlenmiştir. Hastaların bronşit nedeniyle uzayan işe dönüş sürelerinin kısaldığı, yaşam kalitesinin arttığı kaydedilmiştir. Öksürük, balgam, baş ağrısı, halsizlik, ateş, sırt ağrısı, ses kısıklığı belirtileri plasebo grubuna kıyasla daha çok azalmıştır. 

Klinik açıdan bakıldığında bitkinin köklerinden elde edilen ekstre yetişkinlerde soğuk algınlığı, akut bronşit, ılımlı seviyede olan bronşit, akut rinosinüzit için kullanılmaktadır. Çocuklarda ise akut bronşit ve birçok üst solunum sistemi enfeksiyonları semptomlarını iyileştirmek için kullanıldığında yarar sağlamaktadır. Bitki ve bu endikasyonlar ilgili olarak klinik çalışmalar ilerledikçe viral ve bakteriyal üst solunum sistemi hastalıkları için iyi bir tedavi seçeneği olmadığı görülmüştür. Son zamanlarda yapılan klinik çalışmalar akut bronşit tedavisi üzerine odaklanmaktadır. 

1-5 yaş arası çocuklarda yapılan bir klinik çalışmada çocuklarda gelişen yaygın olan geçici hipogammaglobulinemi için P. sidoides ekstresi çocuklara 14 gün süre ile verildiğinde nazal konjesyon plasebo grubuna göre yüksek oranda azalırken, her iki grup arasında gece öksürüğü, ateş ve ağrı yönünden bir farklılık olmadığı kaydedilmiştir. 

Yapılan diğer bir çalışmada ise üst solunum yollarına bağlı olarak tetiklenen astım ataklarını önlemek amacıyla P. sidoides ekstresi kullanılması ile astım atağı gelişme sıklığı, nazal konjesyon ve öksürük sıklığı azalmıştır. 

Bazı çalışmalarda da sıvı ekstre formu ve tablet formu kıyaslandığında tablet formundan daha az ya da hiç etki sağlanmadığı görülürken sıvı ekstre formunda ise etki sağlandığı belirlenmiştir. Ancak inceleme yapıldığında var olan bu tedavi edici farkın fitokimyasal bileşenler, biyoyararlanım veya herhangi bir parametrenin değişikliğinden olup olmadığı belirlenememiştir. 

Yapılan bir çalışmada maraton koşan atletlere P. sidoides ekstresi verilerek sekresyonda var olan immunoglobulin seviyeleri arasındaki farkın belirlenmesi amaçlanmıştır. 28 gün süresince antrenman öncesinde bitki ekstresinin içeren preparatı kullanmalarının ardından, tükürükte IL-15, serumda IL-6, nazal mukozada IL-15 seviyeleri ölçülmüştür. IL-15 ve IL-6 seviyeleri azalırken sekretuar immunoglobulin A seviyeleri artış göstermiştir. Bu parametreler sonucunda immun cevabı güçlü bir şekilde modüle ettiği belirlenmiştir. 

TOKSİSİTESİ:

Hayvan çalışmalarında 1 haftadan 2 yıla kadar kumarin kullanımına bağlı olarak hepatik biyokimyasal ve morfolojik değişiklikler belirlenmektedir.

Rodentlerde bu durum kumarin bileşiklerinin safraya sekrete olarak ardından enterohepatik siklusa girmesi ile karaciğer hücrelerinde toksik metabolit oluşturduğu görülürken insanda metabolizma ve atılım yolları farklı olduğu için kumarin bileşiklerine bağlı olarak gelişen toksisite daha düşük seviyede görülmektedir. 


YAN ETKİ

            Yapılan klinik çalışmalarda sıklıkla mide bulantısı, kusma, diyare, epigastrik ağrı, disfaji gibi birçok gastrointestinal sorunları kaydedilmiştir. Hipersensitivite reaksiyonları, bronkospazm, kaşıntı, anaflaksi, tip 1 akut hipersensitivite reaksiyonu gelişen hastaların vaka raporları kaydedilmiştir.

            İtalya’da kaydedilen farmakovijilans verileri doğrultusunda epilepsi, konjenital kardiyak malformasyon, bronşiyal pnömoni, hipotiroidizm, olifreni hastalığı olan ve bu hastalıklarla ilgili olarak ilaç kullanan bireylerde Pelargonium içeren ürünler kullanmalarının ardından akut hepatopati geliştiği kaydedilmiştir. Akut hepatopati durumu bireylerin komorbidite ve polifarmasi durumları ilişkilendirilmiş ve Pelargonium içeren ürün kullanımı ile ilişkilendirilmemiştir. Bu durumdan yola çıkarak hepatik rahatsızlık öyküsü olan bireylerin bitkisel ürünün alkol içeren preparatlarını kullanmaması gerektiği düşünülmektedir.

            Almanya Tıp Birliğinin İlaç Komisyonu tarafından 2004 yılından beri Pelargonium içeren ürünler ve hastalarda gelişen hepatotoksisite incelendiğinde 15 vaka raporundan spontan olarak hepatotoksisite geliştiği görülmüştür. 

Bu vakalar dışından Pelargonium kullanımına bağlı olarak birçok sarılık, hepatit, hepatik hasar vakaları kaydedilmiştir. Bu vakalarda hastaların komorbit durumları, kullandığı ilaçların verileri incelenmiştir. Vakalarda karaciğer hasarları spontan olarak gelişmiş ya da Pelargonium içeren ürün kullanımına bağlı olarak gelişmiş şeklinde yorumlanmıştır. Karaciğer hasarı gelişmiş olan vakalarda kaydedilmiş olan biyokimyasal parametreler olan ALT, AST, ALP incelendiğinde normal değer aralığından 20 kata kadar artmış olan değerler ölçülmüştür. Pelargonium içeren ürün kullanımı kesildiğinde vakaların birçoğunda parametreler azalmasına rağmen bazı vakalarda da ürün kullanımı bırakılması üzerinden 6 ay geçmesine rağmen halen normal değer aralığından yüksek seyrettiği belirlenmiştir.  

Hepatotoksisite ve P. sidoides içeren ürünlerin kullanımı arasındaki ilişki incelendiğinde 5 gün süre ile soğuk algınlığı için hasta bitkisel ürünü kullanmıştır. Birkaç gün sonrasında halsizlik durumu ortaya çıkmıştır ve karaciğer enzimlerinde yükselmeler kaydedilmiştir. Bitki kullanımı 2 hafta sonra bırakılmıştır. Tüm taramaların yapılmasının ardından viral hepatit, virüs gibi durumlar ortaya çıkmamıştır yalnızca safra ile ilgili abdomende sorunlar kaydedilmiştir. Hasta bitkisel ürünü bıraktıktan sonra karaciğer enzimleri hızlı bir şekilde azalmıştır ve klinik bulguları iyileşmiştir. Hasta bitkisel ürün ile beraber olarak herhangi bir ilaç kullanmamaktadır. Bundan dolayı gelişen semptomlar P. sidoides ile ilişkilendirilmiştir. 

Oral kullanımın ardından epistaksis geliştiği, vücut ısısını ve kalp atım hızını arttığı kaydedilmiştir. 

İLAÇ VE BİTKİ ETKİLEŞİMLERİ

  • Bitki kumarin bileşikleri taşıdığı için kumarin grubu antikoagülan ajanlar ile additif etki olacağı, kanama riski artacağı için beraber kullanımı önerilmemektedir. 
  • İmmunosupresan ilaçlar ile beraber kullanılması sonucunda kullanılan ilaçların etkilerini azaltabileceği için beraber kullanımı önerilmemektedir. 
  • Kanama riskini artıracak olan Panax ginseng, Ginkgo, sarımsak, zencefil, zerdeçal ve birçok bitki ile beraber kullanımı sonucunda additif etki oluşturabileceği için beraber kullanımı önerilmemektedir. 
  • İçerisinde yer alan kumarin bileşiklerine bağlı olarak kanama riskini arttırabileceği için cerrahi girişimlerden 2 hafta öncesine kadar kullanımı bırakılmalıdır. 

KAYNAKLAR

Surveillance Study. International Journal of Molecular Sciences.2016; 17(117):1-11.

  • Herbs and Natural Supplements. Volume 2. 2015.
  • https://naturalmedicines.therapeuticresearch.com/ 
  • Kolodziej H. Antimicrobial, Antiviral and Immunomodulatory Activity Studies of Pelargonium sidoides (EPs® 7630) in the Context of Health Promotion. Pharmaceuticals. 2011; 4:1295-1314.



Piper methysticum (Kava) yüzyıllardır, keyif verici olarak kullanılan ve gittikçe de kullanımı yaygınlaşmış bir bitkidir. Geleneksel kullanımında bir iksir muamelesi gören bu bitkinin, gerçekten güvenli olup olmadığı tartışma konusudur. Birçok yan etki ve ilaç etkileşimi belirlenmiş bitkinin ne yazık ki güvenli kullanımı ile ilgili kanıt oluşturabilecek yeterli klinik çalışma yoktur.

BOTANİK ÖZELLİKLERİ

       Latince adı:  Piper methysticum G. Forst. (Sinonim: Macropiper latifolium Miq., M. methysticum (G. Forst.) Hook et Arnott, Piper inebrians Soland)

       Türkçe adı: Kava, kava biberi

       İngilizce adı: Kava, Kava Kava, Ava, Ava root

       Kullanılan kısımları: Kök ve rizomları

Kava, Yeni Kaledonya, Yeni Zelanda ve Solomon Adaları'nın bir kısmı haricinde, Hawaii'den Papua Yeni Gine'ye kadar Okyanusya adalarında doğal olarak yetişmekte ve kültürü yapılabilmektedir (1). Genellikle kava olarak adlandırılan Piper methysticum, 10-15 metre boyunda dik, dioik, yaprak dökmeyen bir çalıdır ve kalp şeklinde parlak koyu yeşil yaprakları ile tanınır. Erkek bitkiler küçük kremsi beyaz çiçeklerden oluşan kısa silindirik spikalar şeklindedir, dişi bitkiler nadiren çiçek açar. Kullanılan kısmı olan rizomu 3-20 x 1-5 cm’dir, kökleri ise 60 cm’e kadar uzayabilir. Köklerinden hazırlanan içecek, Güney Pasifik adalarında, halen ticari olarak şişelerde kava adıyla sakinleştirici olarak satılmaktadır. İçecek, zihinsel aktiviteyi etkilemeden, rahatlamak ve stresi azaltmak için tüketilir (1).


Kava bitkisinin tam kökenini bilinmese de bugün çoğu insan Kava'nın Vanuatu'dan geldiğine inanmaktadır. Vanuatu'nun diğer ülkelerden daha fazla kava çeşidine ev sahipliği yapması bu teoriyi desteklemektedir.

İlk kayıtlar, Le Maire ve Schouten adlı Hollandalı gezginlerin Futuna adasında Kava bitkisini gözlemlediğini gösteren 1616'ya kadar uzanan tarihsel bir referanstır. Bugün, 100'den fazla kava çeşidi olduğu bilinmektedir. En önemlisi de, kava içmek her adadaki kültürel mirasın ve tören geleneklerinin bir parçası olmuştur. Ve şaşırtıcı bir şekilde, tarihi efsaneler bugün bile hala kuşaktan kuşağa ağızdan ağıza aktarılmaktadır.

Birçok efsane, Hawaii'de Kava'nın keşfi ve tarihini ve nasıl ‘awa' olarak adlandırıldığını anlatmaktadır. Bunlardan biri, kava keşfini maceracı, deniz gezgini Hawaii - Loa'ya atfetmekte, bir diğeri ünlü bir ilahide söylenen, ‘awa'nın keşfini Hawaii Tanrıları ile ilişkilendirmektedir.

Bir doğa bilimci ve gazeteci olan George Forster, 18. yy’ın sonlarına doğru gerçekleşen Pasifik yolculuğunda kava ile ilgili ayrıntılılardan şu şekilde bahsetmiştir. “Kava suyu bir çeşit biber ağacının köklerinden çıkarılır. Kökler önce parçalara ayrılır daha sonra hamur hindistan cevizi veya soğuk su içeren bir kaseye yayılarak insanlar tarafından çiğnenir. Bundan sonra, karışım hindistan cevizi liflerinden süzülür ve daha sonra tüketim için ayrı bir kaseye boşaltılır.” (20). Kava bitkisinin kökleri Güney Pasifik Adalarında yaşayan yerliler tarafından kullanılan geleneksel bir içeceğin kaynağıdır (5).

KİMYASAL BİLEŞİMİ

Kava bitkisinin toprak altı kısımlarında oluşan reçinede, stirilpiron yapısında kavalakton (kavapiron) bileşikleri ve kava alkoloidleri (pipermetistin) bulunur. Kavalakton bileşiklerinden yangonin, desmetoksiyangonin (5,6-dihidrokavain), metistisin, 7,8-dihidrometistisin, kavain ve 7,8-dihidrokavain adlı laktonların en önemli bileşikler oldukları kabul edilir (2). Bitkinin soyulmuş gövde kabuklarından pipermetistisin ve 3a,4a-epoksi-5b-pipermetistisin; yapraklarından da avain adlı bileşikler elde edilmiştir (3). Yağ hücreleri kavin adı verilen yeşilimsi sarı renkte, kuvvetli aromatik ve keskin kokulu bir reçine içermektedir (4).

ETKİ MEKANİZMASI

Kavalaktonların GABA reseptörleri üzerinde etkili olarak anksiyolitik ve orta derecede sedatif etki gösterdikleri düşünülmektedir. Ancak kava kava’nın GABA reseptörleri üzerindeki etki yerinin benzodiazepinlerinkinden farklı olduğu ve kava kava’nın hayvanlarda buspironun yaptığı 5-HT1A reseptörleri üzerinden de etkili olduğunun gösterilmesi nedeniyle droğun esas etki mekanizmasının GABA reseptörleri üzerinden olmayabileceği de ileri sürülmüştür. Naloksonun kava kava’nın yaptığı sedasyonu gidermemesi droğun opioid reseptörleri üzerinden etkili olmadığını göstermektedir.

Kava kava’nın aktivitesinde dopamin veya seratonin reseptörlerini inhibe etmesinin de rolü olabileceği öne sürülmektedir. Metistisin ve kavain’in antikonvülzan etkileri gösterilmiştir.  Antikonvülzan aktivitesinden hippocampus’taki voltaja bağımlı sodyum ve kalsiyum kanallarını inhibe etmesinin rol oynadığı gösterilmiştir. Bazı kavalaktonların gösterdiği nöroprotektif etki, NMDA reseptörlerini antagonize etmeleri ile ilişkili görülmektedir. Bunların dışında kava kava’nın lokal anestezik, analjezik, mefenezin benzeri iskelet kas gevşetici etkileri de vardır.

Ayrıca SSS etkileri dışında kavainin siklooksijenaz ve tromboksan sentetaz aktivitesini inhibe ettiği gösterilmiştir (19).

DAHİLİ KULLANILIŞI

       Anksiyete, stres, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), uykusuzluk, huzursuzluk durumlarının tedavisi için kullanılır.

       Ayrıca benzodiazepin geri çekilmesinde, epilepsi, psikoz, depresyon, migren dahil olmak üzere baş ağrılarında, kronik yorgunluk sendromunda,

       Soğuk algınlığı ve solunum yolları enfeksiyonlarında, tüberküloz, kanserden korunmada, iskelet-kas ağrılarında ve mesane kanserinde oral olarak kullanılır.

       Kava ayrıca idrar yolları enfeksiyonu (İYE), rahim enflamasyonları, zührevi hastalıklar, adet rahatsızlıkları için ve afrodizyak olarak kullanılır (6).

HARİCİ KULLANILIŞI

       Topikal olarak, kava cüzzam dahil cilt hastalıkları, yara iyileşmesini desteklemek ve analjezik etki için kullanılır.

       Ayrıca otit ve apselerde lapa şeklinde, aft ve diş ağrısında gargara şeklinde kullanılır (6).

GÜVENLİ KULLANIM

       Kava oral olarak kısa süreli kullanılmalıdır. Yapılan klinik çalışmalarda kava klinik gözlem altında 6 aya kadar güvenle kullanılmıştır (6).

       Kava içeriğindeki piron bileşenlerinden ötürü hamilelik ve laktasyon döneminde kullanımından kaçınılmalıdır (7).

KLİNİK ÇALIŞMALAR

Anksiyete

       Çoğu klinik araştırma, (%70 kavalakton) standardize edilmiş spesifik kava ekstraktlarının psikotik olmayan anksiyete semptomlarının hafifletilmesinde plasebodan üstün olduğunu göstermektedir. Kava 10 mg buspiron veya 30 mg oksazepam gibi düşük doz benzodiazepinlere eşdeğer etki göstermektedir.

       Yapılan klinik çalışmalar akut anksiyetede önemli bir iyileşme için kava kullanımının en az 5 hafta olması gerektiğini göstermiştir (6).

       Bir meta-analizde 200 mg/gün’den yüksek dozdaki kavalakton kullanımının yararlı etkiyi gösterirken bu dozdan az dozlarda faydalı etki görülmediği gösterilmiştir (8).

Insomnia

       Kava’nın uykusuzluktaki etkinliğine dair kanıtlar çelişkilidir. Bir klinik çalışma standardize edilmiş %70 kavalakton içeren kava ekstratının günlük 200 mg dozda 4 hafta boyunca kullanılması psikotik olmayan anksiyete ile birlikte olan uyku bozukluklarını azalttığını gösterirken 100 mg kavalaktona eşdeğer dozdaki kava’nın günde 3 kez 4 hafta boyunca alınmasının etkili olmadığı gösterilmiştir (9).

Menopozal semptomlar

       Ön klinik çalışmalar 8 hafta boyunca günlük 300 mg kava ekstratının menapoz dönemindeki kadınlarda anksiyete ve sıcak basmalarını azalttığını göstermiştir (10). Diğer klinik kanıtlar, %55 kavain içeren günlük 100-200 mg standardize kava ekstratının 3 ay boyunca alınmasının perimenapozal kadınlarda depresyon, sıcak basması ve anksiyeteyi azalttığını göstermiştir. Bununla birlikte depresyon ve sıcak basmasında kontrol grubuna kıyasla anlamlı bir değişim gözlenmemiştir (11).

Stres

       Sağlıklı gönüllüler ile yapılan ön klinik araştırmada katılımcılar bir renk / kelime zihinsel stres görevi gerçekleştirdi. Kan basıncı, kalp atış hızı ve subjektif basınç derecelendirmeleri istirahatte ve zihinsel stres görevi sırasında değerlendirildi. İlk seanstan (T1) sonra bireylerin bazıları 7 gün boyunca standart dozda kava aldı kalan bireyler kontrol grubuna dahil edildi. Kan basıncı ve kalp atış hızındaki farklılıklar her iki zaman noktası içinde stres görevine verilen tepki olarak hesaplandı. İkinci seansta (T2) T1'e göre kava grubunda sistolik kan basıncı yanıtında önemli bir azalma oldu, ancak diyastolik kan basıncında önemli bir azalma olmadı. T1 ve T2 zamanları arasında zihinsel strese kalp atım hızı tepkisinin ise azalmadığı bulundu. Sonuçlar, kavanın stresli durumlarda fizyolojik reaktiviteyi azaltabileceğini göstermiştir (12).


KAVA KULLANIMINA BAĞLI YAN ETKİ

       Bazı hastalarda gastrointestinal rahatsızlıklar, alerjik tahriş, hafif baş ağrısı gibi hafif yan etkiler görülmüştür. Uzun süreli kullanımlar sonucunda karaciğer yetmezliği de dahil olmak üzere, ciddi karaciğer problemleri, cilt rahatsızlıkları, kan anormallikleri, anormal kas hareketleri, apati, böbrek hasarı, kasılmalar, psikotik sendromlar, pulmoner hipertansiyon, göz rahatsızlıkları gibi rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır (1).

       Ayrıca, yakını görmede azalma, göz bebeklerinin büyümesi ve okülomotor dengede bozulma şeklinde görme ile ilgili olumsuzluklar da gelişebilmektedir (2).

       Nefes alma ve yutmada güçlük de bildirilmiştir (15).

       Kava'nın yüksek dozlarda uzun süreli kullanımı cildin pul pul olmasına, kurumasına ve renginin sarıya dönmesine neden olmakta; ayrıca ataksi, duymada kısmi kayıp, iştah kaybı ve kilo kaybı görülmektedir. Kava'nın aşırı miktarda kullanıldığını gösteren dermatolojik belirteler kava dermopatisi veya kavaizm olarak da bilinmektedir. Bu belirtiler genellikle kullanımının kesilmesiyle normale dönmektedir. Kavaizm genellikle terapötik dozun en az 100 katını düzenli olarak kullanan Güney Pasifik yerlileri arasında görülmektedir (16).

       En önemli yan etki olarak değerlendirilen hepatotoksisite olup; g-glutamiltransferaz ve diğer karaciğer enzimlerinde artış, insanda sitokrom P450 inhibisyonu, siklooksigenaz inhibisyonu, karaciğer glutatyonunda düşüş bu durumun en belirgin göstergeleridir (2).

KULLANILMAMASI GEREKEN DURUMLAR

Uterusun kas kuvvetini azaltabilir ve bu durum da gebelikte zararlı etkiler oluşturabilir. Gebelik ve emzirmede, endojen depresyonu veya karaciğer hastalığı olan hastalarda (1), alkol bağımlılarında kontrendikedir (14). Endojen depresyonu olan hastalarda intihar tehlikesini arttırmaktadır (13).

İLAÇ VE DİĞER ETKİLEŞİMLER

               Alkol, barbitüratlar ve psikofarmakolojik ajanlar gibi merkezi sinir sistemi üzerinde etkisi olan maddelerin etkisini artırabilir (17). Alprazolam ile aynı anda kullanılması komaya neden olmuştur. Dopaminin etkisini antagonize etmektedir (13). Asetaminofen ile birlikte kullanıldığında hepatotoksisite ve nefrotoksisite sıklığı artabilir. Kava opioid analjezikler ile birlikte kullanıldığında merkezi sinir sistemi depresyonuna neden olabilir (18).

KAYNAKÇA

1)    WHO Monographs on Selected Medicinal Plants, Vol. 2, Geneva (2002).

2)    Clouatre, D.L., Kava kava: examining new reports of toxicity, Toxicol. Lett., 150, 85-96 (2004).

3)    Dragull, K., Yoshida, W.Y., Tang, C.-S., Piperidine alkaloids from Piper methysticumPhytochemistry63, 193-198 (2003).

4)    Grieve, M., A Modern Herbal, Dover Publications, Inc., New York NY (1971) (electronic version Greenwood, E. ed., Arcata (1995).

5)    Dragull, K., Yoshida, W.Y., Tang, C.-S., Piperidine alkaloids from Piper methysticumPhytochemistry63, 193-198 (2003).

6)    Natural Medicines

7)    Brinker F. Herb Contraindications and Drug Interactions. 2nd ed. Sandy, OR: Eclectic Medical Publications, 1998.

8)    Smith K, Leiras C. The effectiveness and safety of Kava Kava for treating anxiety symptoms: A systematic review and analysis of randomized clinical trials. Complement Ther Clin Pract. 2018;33:107-117.

9)    Jacobs BP, Bent S, Tice JA, et al. An internet-based randomized, placebo-controlled trial of kava and valerian for anxiety and insomnia. Medicine (Baltimore) 2005;84:197-207.

10)  Lehmann E, Kinzler E, Friedemann J. Ef􀃘cacy of a special Kava extract (Piper methysticum) in patients with states of anxiety, tension and excitedness of non-mental origin - a double-blind placebo-controlled study of four weeks treatment. Phytomedicine 1996;3:113-9.

11) Cagnacci A, Arangino S, Renzi A, et al. Kava-Kava administration reduces anxiety in perimenopausal women. Maturitas 2003;44:103-9.

12) Cropley M, Cave Z, Ellis J, Middleton RW. Effect of kava and valerian on human physiological and psychological responses to mental stress assessed under laboratory conditions. Phytother Res 2002;16:23-7.

13) PDR for Herbal Medicines, 1998.

14) ESCOP Monographs, 2nd ed., Thieme, New York NY (2003).

15) Wheatley, D., Medicinal plants for insomnia: a review of their pharmacology, efficacy and tolerability, J. Psychopharmacol., 19, 414-421 (2005).

16) Ernst, E., Herbal remedies for anxiety – a systematic review of controlled clinical trials, Phytomedicine, 13, 205-208 (2006).

17) Commission E Monographs: The Complete German Commission E Monographs: Therapeutic Guide to Herbal Medicines, (eds. Blumenthal, M., Busse, W.R.), 1st ed., American Botanical Council, Lippincott Williams & Wilkins, Austin TX (1998).

18) Abebe, W., Herbal medication: potential for adverse interactions with analgesic drugs, J. Clin. Phar. Ther., 27, 391-401 (2002).

19) RX,2020.

20) https://kalmwithkava.com/history-of-kava/

21) http://www.missouribotanicalgarden.org/PlantFinder/PlantFinderDetails.aspx?taxonid=285095

Çiya tohumu                                                                                                                                                                                  

               Salvia hispanica L. yani “Çiya”  Lamiaceae (Labiatae) familyasına ait olan bir bitkidir. Ülkemizde bir çok Salvia türü yetişmesine rağmen Salvia hispanica ülkemizde doğal olarak yetişmemektedir.

İspanyol adaçayı (Spanish sage), Meksikalı chia ve siyah chia isimleri ile de bilinen Çiya Orta Meksika ve Kuzey Guatemala'da doğal olarak yetişmektedir ve MÖ 3500’lerden beri gıda olarak kullanılan bir bitkidir. İlk defa Fray Bernardino de Sahagun’ın “the Florentine Codex”inde kayıt edilmiştir. Amerika'nın keşfi sırasında kıtada kullanılan dört temel gıdadan biridir: amarant (Amaranthus hypochondriacus), fasulye (Phaseulus vulgaris), chia (Salvia hispanica) ve mısır (Zea mays). Milattan önce 1500’lü yıllardan beri insanlar yiyecek olarak tüketmektedirler. Aztekler ve Mayalar tarafından halk tıbbında ve gıda olarak kullanılmıştır. Kolombiya’da olan topluluklarda gıda dışında dini ritüellerde, temel kozmetiklerde ve halk tıbbından geniş olarak kullanılmıştır. Kolombiya toplumundan çiya tohumları fasulyeden sonra tüketilen ikinci önemli gıda olarak belirlenmiştir.

               2009 yılında Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlementosu tarafından “Yeni Nesil Gıda” adı verilmiştir. Diyetlerde çiğ olarak Çiya filizleri ve tohumları salatalara eklenerek, içeceklere katılarak tüketilmektedir. Son yıllarda bunlar dışında kek, atıştırmalık, ekmek ve kurabiyelerin içerisine katılarak da tüketilmektedir.  
  


Salvia hispanica 
yaklaşık bir metre boyunda tek yıllık bir bitkidir. 4-8 x 3-5 cm boyutlarında yaprakları vardır. Çiçekler demetler şeklinde ve mor, mavi veya beyaz petallari ile tanınır. Tabanında uzun sivri uçlu küçük brakteleri bulunur. Literatürde çiya bitkisinin kullanılan kısımları tohumları olarak geçmesine rağmen kullanılan kısımları meyveleridir. Meyveleri oval, pürüzsüz ve parlaktır ve kahverengi, gri, koyu kırmızı ve beyaz lekeleri vardır ve dörtlü gruplar halinde bulunur.


KİMYASAL BİLEŞENLERİ ve BESİN DEĞERİ

Literatürde kullanılan kısımları tohumları olarak ifade edilmiş olmasına rağmen aslında bitkinin meyveleri kullanılmaktadır. Burada ise literatüre uygun olarak tohum ifadesinin kullanılmasına devam edilmiştir.

Çiya tohumu besin değeri açısından incelendiğinde; 100 gramında 42.1 g karbonhidrat, 30.7 g yağ ve prolamin, globulin, albumin, glutelin ve en çok glutamik asit olmak üzere 9 esansiyal aminoasit ile toplamda 16.5 g protein içermektedir ve ortalama 486 kkal enerji vermektedir.

100 gram tohumunda 30-38 gram arasında yağ bulunurken 9.74 gram doymuş yağ asitlerinin olduğu görülmektedir. Çoklu doymamış yağ asitleri toplam 79.47 gram iken içerisinde α-linolenik asit (ALA, n-3) miktarı 62.02 gram ve linoleik asit miktarı (omega-6) ise 17.36 gram şeklindedir. Olgunlaşma sürecinde linolenik asit miktarı %23 oranında azalırken, içerisinde yer alan linoleik asit ve lignin miktarı artmaktadır. Tekli doymamış yağ asitleri olarak toplam 10.76 gram iken oleik asit miktarı 10.55 gram olarak belirlenmiştir. Çiya tohumlarında her 25 gram içerisinde 4.4 gram α- linolenik asit ve 9.4 gram besin lifleri içerdiği görülmektedir.

Sağlıklı bir beslenme için n6/n3 oranının 1/1 yada 1/3 oranlarında olması gerekmektedir. Çiya tohumları ile yapılan incelemede n6/n3 oranı 0.28 olarak belirlenmiştir ve diğer bitkisel yağlardan mısır, kanola, soya ve zeytinyağına göre oldukça düşük bir orana sahiptir.

Tohumları ışığa hassas oldukları için tohumları genel olarak sonbahar döneminde toplanmaktadır. Bitkinin tohumlarının büyüme dönemleri incelendiğinde linolenik asit miktarı erken vejetatif dönemde en yüksek iken, palmitik asit, stearik asit, linoleik asit, araşidonik asit miktarı tomurcuklanma döneminde en yüksek seviyeye ulaşmaktadır.

Çiya, altın keten ve kahverengi keten tohumları içerisinde yer alan yağ asitleri açısından incelendiğinde ALA miktarı açısından sırası ile en yüksek olan çiya, altın keten ve kahverengi keten tohumları şeklindedir. Çoklu doymamış yağ asitleri miktarı açısından sırası ile çiya, altın keten, kahverengi keten tohumları yüksektir. Tekli doymamış yağ asitler miktarı açısından sırası ile kahverengi keten, altın keten ve çiya tohumları en yüksektir.

            Çiya tohumları ile hamsi balığının omega-3 miktarları kıyaslandığında hamsi balığı 2.89 gram omega-3 içerirken, çiya tohumları 20.34 gram omega-3 içermektedir. Artan dünya nüfusu ve azalan balık rezervleri doğrultusunda dünyada bitkisel yağların üretimi artmıştır. Keten tohumu yağı dışında üretilen tüm bitkisel yağlar omega-6 içeriği bakımından yüksektir. Keten tohumu yağı içerisinde balıklarda bulunan DHA, EPA gibi omega-3 yağ asitleri azalmış olmasına rağmen ALA azalmamıştır. Balıklarda omega-3 EPA, DHA şeklinde bulunurken çiya tohumları içerisinde ALA şeklinde bulunmaktadır. İnsanlar ALA’yı DHA’ya çevirerek kullanmaktadır. Bu bağlamda keten tohumu kullanımı gibi çiya tohumununda kullanılabileceği düşünülmektedir.

             Omega-3 kaynakları olarak insan vücudunda kullanılan EPA ve DHA vücuda alındığında kardiyovasküler sistem hastalıkları için kullanılmaktadır. Ancak EPA ve DHA yağ asitleri kısa süre içerisinde okside olmaktadırlar. Bundan dolayı bu yağ asitleri oksidatif stres ile oluşan peroksitlere dayalı olan hasarı minimum seviyeye indirerek etki göstermektedir. Çiya yapısında olan antioksidanlar sayesinde artı antioksidan alımına ihtiyaç duyulmamaktadır. EPA fazla kullanıldığında doğal öldürücü hücrelerin sayısını azalttığı için enfeksiyon hastalıklarında ve kanserde kullanımı sorun oluşturabilirken çiya tohumları içerisinde yer alan ALA böyle bir sorun oluşturmadığı kaydedilmiştir. Yüksek miktarda DHA tüketimi toplam omega 3 miktarını etkilemese dahi omega 6/omega 3 oranında dengesizliğe neden olmaktadır.
 

Çiya tohumlarının protein içeriği %15-23 aralığında coğrafik konumuna göre değişiklik göstermektedir. Pirinç, arpa, yulaf, buğday, mısır ile protein oranları kıyaslandığında çiya tohumunun daha yüksek protein oranı olduğu görülmüştür. Bu protein oranı yüksek olmasına rağmen protein içeriğinden yararlanabilmek için proteinin sindirilebilir olması gerekmektedir. Çiya tohumu işlem yapılmadan, kızartılarak, öğütülerek, hem kızartılıp hem öğütülerek, ıslatılarak kullanımı ile sindirilebilirlik oran ve skorları incelenmiştir. Burada en yüksek sindirilebilirlik oranı %79.80 ile öğütülmüş olan çiya tohumlarının kullanılmasıdır. Ancak sindirilebilirlik skoru sindirim sınıflandırılmasında düşük seviyede olarak değerlendirilmiştir.

 
  • Çiya tohumlarının kalsiyum, fosfor, potasyum, magnezyum ve demir içeriği yüksek iken demir ve çinko açısından düşük seviyede olduğu görülmüştür. B kompleks vitaminleri (niasin, riboflavin, tiamin, folik asit), A vitamini ve E vitamini içeriği açısından zengin olduğu görülmüştür. Çiya tohumunda yer alan selüloz, hemiselüloz, lignin, pektin, zamk, müsilaj ve diğer oligosakkarit ve polisakkaritler gibi besin liflerinin büyük bir kısmı suda çözünür özellik göstermektedir. Suda çözünür özellik gösteren besin liflerinin miktarı için verilen oran %53-56 aralığındadır.
  • Besin posası miktarı bazı çalışmalara göre 53.45 gram iken, bazı çalışmalara göre 34-40 gram olarak belirlenmiştir. Aynı zamanda tohumları içerisinde yer alan zamk su ilave edildiği anda açığa çıkmaktadır. Kıvamlı ve düşük konsantasyonda müsilajinöz karakterde olması ile endüstriyel alanda kullanım potansiyeli ortaya çıkmaktadır.
  • Sekonder metobolitleri çok fazla incelenmemiş, yapılan bazı çalışmalarda içerisinde yer alan fenolik bileşenler klorojenik asit, mirisetin, kamferol, kersetin, kafeik asit, fitosterol, karotenoidler, tokoferolden oluşmaktadır. Bu bileşenler C vitamini, E vitamini ve ferulik asit bileşenlerine göre daha çok antioksidan özellik göstermektedir. Çiya tohumlarının genel olarak antioksidan aktivitesi şarap, kahve, çay ve portakal suyu ile kıyaslandığında daha yüksek oranda olduğu belirlenmiştir. 
  • Yapraklarından elde edilen uçucu yağı içerisinde β-karyofillen, globulol, β -pinen, α-humoleno, germakren-β, γ-muroleno ve widdrol bileşenlerini taşımaktadır.


KULLANIM YERLERİ

                Çiya tohumu doğrudan sporcu yiyecekleri, unlu mamüller içerisine eklenerek fonksiyonal gıda olarak kullanılmaktadır. Çiya tohumu eklenerek veya çiya tohumu unu ile yapılmış olan ekmekler ile duyusal testlerden olumlu sonuçlar alınmıştır.

Kek formülasyonlarının içerisine yumurta veya yağ yerine konulmaktadır. Bu şekilde alerjik riski azaltılmaktadır.

                Çiya tohumu omega 3 kaynağı olduğu için at, tavuk, köpek ve evcil kuşların ticari diyetlerinde, Avrupa Birliği, Amerika ve Arjantin gibi ülkelerde kullanılmaktadır. Omega-3 içeriğinden dolayı kullanılan 4 doğal ticari kaynak bulunmaktadır. Balık yağı/eti, keten tohumu, çiya tohumu ve su yosunları şeklindedir. Bu 4 kaynak kıyaslandığında çiya tohumu diğerlerinden farklı olarak, işleme, depolama kolaylığı olması, doğal antioksidan olması, yağ stabilitesinin yüksek olması, doymuş yağ asidi yüzdesinin %9, omega-3lü yağ asidi toplamının %64 olması, toksik olmamasından dolayı avantaj sağladığı görülmüştür.

Çiya tohumları kendi ağırlığının 27 katı kadarına kadar su tutabilme özelliğine sahiptir. İçerisinde yüksek miktarda bulunan Çiya zamkı ve müsilaj sayesinde ise yalnızca besin olarak değil aynı zamanda ticari kıvam arttırıcıların yerine de kullanılabilmektedir. Çiya tohumu aljinat, jelatin ve gum guar maddelerine göre daha iyi su tutma, yağ tutma ve emülsiyon oluşturma özelliklerine sahiptir.


CHIA TOHUMU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Beyin hücrelerine etkisi

Tohumlarında yer alan α-linoleik asidin metabolizasyonu sonucunda EPA ve DHA bileşenlerine dönüşmektedir. EPA ve DHA beyin hücrelerinin metabolizasyonunu düzenleyen, elastikiyetini arttıran, beyindeki hücre zarlarının geçirgenliğini arttıran birçok özelliğe sahiptir. DHA beyinde %40, EPA %1 oranında bulunmaktadır.

Kardiyovasküler sisteme olan etkisi

Tohumlarının yüksek α-linoleik asit içeriği ve n-3/n-6 oranında yüksek olması sayesinde kardiyoprotektif özellik göstermektedir. Omega-3 asitleri kalsiyum ve sodyum kanallarının disfonksiyonunu bloke etmekte, parasempatik sistemin tonusunu arttırmakta ve ventriküler aritmiye karşı koruma sağlamaktadır.

Çiya tohumunun hipertansiyon üzerine olan etkisi için yapılan klinik çalışmaların bir kısmında kan basıncının etkilenmediği, bir kısmında sadece sistolik kan basıncını etkilendiği görülmüştür. Bu çalışmalardan farklı olarak bir çalışmada ise çiya ununun hipertansif bireylerde kullanılması ile kan basıncının anlamlı derecede azaldığı belirlenmiştir. Sadece çiya unu tüketen bireylerde anlamlı olarak kan basıncı azalmamakta iken, çiya unu ile beraber antihipertansif ilaç kullanımı sonucunda ilacın etkisinin arttığı şeklinde açıklama yapılmıştır.

Zayıflama üzerine etkisi

Yapılan bir çalışmada, 12 hafta süresince 35 gram günlük çiya ununun tüketiminin kilo kaybı üzerine olan etkisine bakılmış ve obez bireylerde kilo kaybının daha fazla olduğu, bel çevresinde azalma olduğu, total kolesterol ve VLDL-c parametrelerinin azaldığı, HDL parametresinin yükseldiği görülmüştür.

Zayıflama üzerine yapılan birçok klinik çalışmada da 12 haftalık süre içerisinde 25-50 gram arası günlük çiya tohumu tüketiminin zayıflama üzerinde etkisi olmadığı görülmüştür. Bu bağlamda zayıflama üzerine etkisi hakkında genelleme yapılarak bir yorum yapılması mümkün değildir.

Diyabet üzerine olan etkisi

Yapılan çalışmalar ile diyabet üzerine olan etkisini kan koagülasyonunu, kan basıncını ve inflamasyon biyobelirteçlerini iyileştirerek postprandiyal glisemi ve iştah oranını azaltarak gösterdiği kaydedilmiştir.

Farelerde yapılan çalışmada yüksek fruktoz içerikli diyet ile çiya tohumu ve çiya tohumunun yağının tüketimi kıyaslandığında yüksek fruktoz içerikli diyet glukoz direnci, oksidatif stres ve obezite sorunlarını değiştirirken, çiya tohumu ve yağının tüketimi vücut ağırlığını, abdominal yağ birikimini değiştirmemiş iken glukoz ve insülin direncini iyileştirmiştir.

Standardize edilmiş çiya içeren üründen farklı dozlar ile yapılmış olan beyaz ekmekler bir çalışmada postprandiyal glisemik değerin dozla ilişkili olarak azalmasına neden olmuştur. İkinci aşamada ise çiya içeren ürün öğütülerek, bütün olarak ve ayrı ayrı beyaz ekmekler içerisine eklenmiştir. Bu ekmekler ile ölçülen postprandiyal kan glukoz değerleri arasında fark bulunamamıştır. Çiya’nın postprandiyal glisemik değerlerinin düşüşü içerisinde çözülebilir liflerin yer almasına bağlıdır. Çözülebilir lifler bağırsak ortamındaki besinleri absorblayarak kana daha yavaş salınmasına neden olmaktadır. İçerisinde yer alan yağ miktarının karbonhidrat ile oranı 0.02-0.2 aralığında olduğu için postprandiyal glisemik değerleri düşürebileceği düşünülmüştür.

Hiperkolesterolemi üzerine olan etkisi

Yapılan in vivo bir çalışmada tavşanlar normal diyet uygulanan grup, normal diyet ile beraber %10 çiya yağı uygulanan grup, %1 kolesterol içeren diyet uygulanan grup, %1 kolesterol ile beraber %10 çiya yağı uygulanan grup şeklinde 4 ayrı gruba ayrılmıştır. 5-6 haftalık sürelerin ardından %1 kolesterol ile beraber %10 çiya yağı uygulanan grupta triaçilgliserol seviyesi azalmıştır ve α-linolenik asit) seviyesi yükselmiştir. Belli oranda asetilkolin cevabı düzelmiş, NO salınımı tamamen iyileşirken, intima/media oranı da normal seviyelere dönmüştür. Bunlara ek olarak anjiiyotensin 2 ve noradrenalinin kontraktil cevabının köreldiği kaydedilmiştir. Sonuç olarak çiya yağı endoteliyal hücrelerin intrinsik karakterlerini değiştirmemekte ve vasküler fonksiyon iyileştirici etkisini sirkülasyon halindeki kolesterol seviyesini değiştirmeden yerine kolesterolün indüklediği zarar verici değişimleri azaltarak bu etkiyi sağladığı düşünülmektedir.

Deri üzerine olan etkisi

Yapılan çalışmalarda içerisinde %4 çiya yağı bulunan formülasyonlar son dönem böbrek yetmezliği olup pruritus olan bireylerde ve kserotik pruritus olan sağlıklı bireylerde kullanılmıştır. Prurigo nodularis, liken simplex kronikus, abrasyon, kızarıklık, kuruluk durumlarında iyileşme sağlamıştır. Transdermal su kaybı ve cilt kapasitesini etkileyerek cilt hidrasyonu ve epidermal permeabilite bariyer fonksiyonlarına iyileştirici etki göstermektedir.

Diğer Etkiler

  • Çiya bitkisinin yapraklarından elde edilen uçucu yağ insektisit etkili olarak ve baharat amacıyla kullanılmaktadır.
  • İçerisinde alerjen bir protein olan “gluten” bulunmadığı için çölyak hastaları tarafından tüketilebilmektedir.
  • İçerisinde yer alan çok sayıda biyoaktif peptitlerden kaynaklı olarak hasarlı dokuların iyileşmesi üzerine etkilidir.

DOZ ve KULLANIMI

  • 2000 yılında Amerikan Diyet Rehberindeki açıklama temel gıda olarak günlük 48 gramı geçmeyecek miktarlarda tüketimi önerilmektedir şeklindedir.
  • Günlük olarak 2500 mg olan omega-3 ihtiyacının tamamı 1 yemek kaşığı yaklaşık 12 gram olan çiya tohumu tüketilerek karşılanabileceği için tavsiye edilen günlük kullanım miktarı bu şekildedir.
  • Bitkinin içerisinde yüksek oranda lif bulunduğu için tüketimi sırasında su, süt veya yoğurt benzeri bir gıda içerisine uygun miktarda ilave edilerek tohumların şişmesi, jelleşmenin olmasının ardından tüketilmesi tavsiye edilmektedir.
  • Ekmeklere 7.3, 15.6 ve 24 gram olarak eklenerek postprandiyal çalışma yapıldığından hiçbir yan etki görülmemesine rağmen EFSA ekmeklere eklenecek olan çiya unu miktarının sınırını %5 olarak belirlemiştir.

YAN ETKİ, ETKİLEŞİMLER ve DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN DURUMLAR

  • Yüksek dozda tüketilmesi sonucunda gastrointestinal sistemde gaz ve şişkinlik problemleri ortaya çıkmaktadır.
  • Az su ile tüketilen çiya tohumları mide kramplarına neden olmaktadır.
  • Az lif ile beslenen bireyler çiya tüketimine başladıklarına diyare görülebilmektedir.
  • Çiya tohumları yüksek miktarda müsilaj içerdiği için önce su ile şişirilip ardından tüketilmesi ile herhangi bir tıkanıklık durumu önüne geçilebilmektedir.
  • Antihipertansif ilaç kullananlar ve hipotansif olan bireylerin kullanım süresince dikkatli olmaları gerekmektedir.
  • Antikoagülanlar, antiplateletler omega-3 içeriğinden dolayı sinerjistik etki göstermektedir. Omega-3 içeriği nedeni ile antihipertansif etki gösterdiği için antihipertansif ilaçlar ile kullanımına dikkat edilmelidir.
  • Yüksek antioksidan içeriği olduğu için haricen alınacak antioksidan miktarına dikkat edilmelidir.
  • Sitokrom P450 ile metabolize olan ajanların içeriğinin etkileşim açısından bakılması anlamında bilinmesinde yarar vardır.
  • Antiplateletler, antikoagülanlar ile beraber kullanımı farmakokinetik açıdan olumsuz sonuçlar doğurabileceği için kullanılmamalıdır. Omega-3 içeriğinden kaynaklı olarak sinerjistik etki doğurabilmektedir.
  • Ameliyat öncesinde çiya tohumları tüketilmemelidir.
  • Hamile ve emziren annelerde yeterli veri olmadığı için kullanmamalıdır.
  • Yapılan çalışmalar sonucunda susam, yer fıstığı, ağaç yemişi ve hardala alerjisi olan bireylerde çiya tohumu tüketimine bağlı olarak alerji geliştiği görülmüştür. Yer fıstığına alerjisi olan bireylerde çiya tüketimine bağlı olarak IgE bağlanması görülürken, hardala bağlanan spesifik bir IgE görülmemiştir. Tüm bunlarla beraber çapraz reaksiyonun olması nedeni ile çiya tohumlarının alerjenitesi bir olasılık olarak bulunmaktadır ve alerjik olan bireylerin çiya tohumlarını tüketmemesi önerilmektedir.
  • Herhangi bir gıda içerisine eklenmeden direkt olarak tüketilip beraberinde sıvı tüketilmesinin ardından şişme, jelleşme çok kısa süre içerisinde gerçekleşecektir. Bu durum vücudun çeşitli bölgelerinde tıkanmalara neden olmaktadır.
  • 46 yaşında alerjik bünyeye sahip olan erkek bir hastanın çiya tohumunu tüketmesi ile beraber ellerinde oluşan lezyonların çiya tohumunun tüketimini bırakması ile kaybolduğu, ardından yaptırılan deride yapılan alerji testinde IgE’ye bağımlı alerjik reaksiyon olduğu belirlenmiştir.
  • 54 yaşındaki bazı alerjenlere karşı hassasiyete bağlı astımı olan erkek hastanın çiya tohumlarını tüketmesi ile sırası ile önce ağız bölgesinde kızarıklıklar, ardından genel ürtiker, yüz bölgesinde anjioödem, nefes darlığı görülmüştür. Hastaya acil müdahale yapıldıktan sonra yapılan deride yapılan alerji testinde çiya tohumlarına karşı alerji olduğu kaydedilmiştir.
  • 39 yaşındaki astımı, mevsimsel alerjisi ve zaman zaman gıdalara bağlı olarak gelişen disfajisi olan erkek hasta yaklaşık 2 haftadır disfaji durumunun kötüleştiğini, bu kötüleşmeyi yaşamadan 12 saat önce 1 yemek kaşığı çiya tohumunu yediğini ardından 1 bardak su içtiğini ifade etmiştir. Hastanın özafagusu görüntülendiğinde çiya tohumlarının jelleşerek, şiştiği ve özafagusta şişlik, beyaz plaklar, katlanmalar olduğu görülmüştür. Hasta jelleşen tohumların bir miktarı mideye itilmesine hasta tedaviye başlamasına rağmen hasta hayatını kaybetmiştir. Ancak şüphelenilen eozonofilik özafajit teşhisi kesinleştirilmemiştir.
  • Tüm vaka raporları doğrultusunda alerjik olan bireyler, astımı olan bireyler, özafagus patolojileri olan bireylerin kullanımı sırasında dikkatli olması gerekmektedir.

LİTERATÜRLER

  •  https://www.hsph.harvard.edu/nutritionsource/food-features/çiya-seeds/
  • Ayerza ve Coates. Enrichment of animal products with omega-3 fatty acids using chia seed-based ingredients. Industrial crops and rural development. 2005; 2: 797-807.
  • Cahill JP. Ethnobotany of chia Salvia hispanica L. (Lamiaceae). Economic Botany. 2013; 57 (4): 604-618.
  • Coates W. The Complete Guide to the Ultimate Superfood. New York, Sterling.
  • EFSA 2009
  • Gezer ve Yurt. Çiya tohumunun (Salvia Hispanica) fonksiyonel özellikleri ve sağlık üzerine etkileri. GIDA. 2018; 43 (3):446-460.
  • Hernandez LM. Mucilage from chia seeds (salvia hispanica): microestructure, physico-chemıcal characterization and applications in food industry, doktora, pontıfıcıa universidad catolica de chile. 2012.
  • Hrncic ve ark. Çiya Seeds (Salvia Hispanica L.): An Overview—Phytochemical Profile, Isolation Methods, and Application. Molecules. 2020; 25 (11): 1-19.,
  • Jımenez ve ark. Allergen characterization of çiya seeds (Salvia hispanica), a New Allergenic Food. J Investig Allergol Clin Immunol. 2015; 25 (1): 55-56.
  • Jeong ve ark. Effectiveness of Topical Çiya Seed Oil on Pruritus of End-stage Renal Disease (ESRD) Patients and Healthy Volunteers. Ann Dermatol. 2012; 22 (2): 143-148.
  • Marineli ve ark. Chia (Salvia hispanica L.) enhances HSP, PGC-1a expressions and improves glucose tolerance in diet-induced obese rats. Nutrition. 2015; 31: 740-748.
  • Meineri ve ark. Effects of Chia (Salvia hispanica L.) seed suppplementation on rabbit meat quality, oxidative stability and sensory traits. Italian Journal of Animal Science. 2010; 9 (10): 45-49.
  • Melo ve Oliveira. Health Benefits of Çiya Seeds’ Dietary Consumption. EC Nutrition. 2018: 738-741.
  • Michele Silveira Coelho ve ark. Chemical Characterization of CHIA (Salvia hispanica L.) for use in Food Products. Journal of Food and Nutrition Research, 2014; 2 (5):263-269.
  • Munoz ve ark. Chia Seed (Salvia hispanica): An Ancient Grain and a New Functional Food. Food Reviews International. 2013; 29: 394-408.
  • Nieman ve ark. Çiya seed does not promote weight loss or alter disease risk factors in overweight adults. Nutrition Research. 2009; 29: 414–418.
  • Özbek ve Yeşilçubuk. Süper Besin: Çiya Tohumu (Salvia Hispanica L.). Bes Diy Derg 2018;46 (1):90-96.
  • Özşahinoğlu I. Balık yağı erine kısmi olarak kullanılan bitkisel yağ kaynaklarının deniz levreği (Dicentrarchus labrax)’ nin büyümesine ve yağ asit profili üzerine etkileri. 2010. Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans.
  • Peiretti ve Gai. Fatty acid abd nutritive quality of chia (Salvia hispanica L.) seeds and plant during growth. Animal Feed Science and Technology. 2009; 148: 267-275.
  • Perez ve ark. Dermatitis Caused by Ingestion of Çiya Seeds. J Investig Allergol Clin Immunol. 2018; 28 (1): 46-47.
  • Pintado ve ark. Strategies for incorporation of çiya (Salvia hispanica L.) in frankfurters as a health-promoting ingredient. Meat Science. 2016; 114:75–84.
  • Posadzki ve ark. Herb-drug interactions: an overview of systematic reviews. Br J Clin Pharmacol. 2012; 75: 603-618.
  • Rangaraju ve Kumar. A Pharmacognostic Study on Salvia Hispanica. American Journal of Pharmacy & Health Research. 2013; 1 (9):28-37.
  • Rangaraju ve Kumar. A Pharmacognostic Study on Salvia hispanica. American Journal of Pharmacy & Health Research. 2013; 1 :2321-3647.
  • Sargi ve ark. Antioxidant capacity and chemical composition in seeds rich in omega-3: chia, flax and perilla. Food Science and Technology. 2013; 33 (3): 541-548.
  • Segura-Campos ve ark. Chemical and Functional Properties of Chia Seed (Salvia hispanica L.) Gum. International Journal of Food Science. 2014; 34 (4): 701-709.
  • Sierra ve ark. Dietary interventionwith Salvia hispanica (Chia) oil improves vascular function in rabbits under hypercholesterolaemic conditions. Journal of functional food. 2015; 14: 641-649.
  • Simmelink ve ark. Watch it grow: Esophageal impaction with çiya seeds. Case Reports in Internal Medicine. 2017; 4 (2): 49-52.
  • Singh ve ark. Flaxseed: A Potential Source of Food, Feed and Fiber. Critical Reviews in Food Science and Nutrition. 2011; 51: 210-222.
  • Toscano ve ark. Çiya Flour Supplementation Reduces Blood Pressure in Hypertensive Subjects. Plant Foods Hum Nutr. 2014; 69:392–398.
  • Toscano ve ark. Çiya induces clinically discrete weight loss and improves lipid profile only in altered previous values. Nutr Hosp. 2015;31 (3):1176-1182.
  • Tüzün AE. Farklı yağ kaynaklarının broylerlerde performans, karaks özellikler bazı dokuların yağ asdi profili, plazma trigliserid ve kolesteroll konsantrasyonuna etkileri. Selçuk Üniversteis
  • Ullah ve ark. Nutritional and therapeutic perspectives of Çiya (Salvia hispanica L.): a review. J Food Sci Technol (April 2016) 53(4):1750–1758.
  • Vuskan ve ark. Reduction in postprandial glucose excursion and prolongation of satiety: possible explanation of the long-term effects of whole grain Salba (Salvia Hispanica L.). European Journal of Clinical Nutrition. 2010; 64:436–438.
  • Vuskan ve ark. Suppplementation of conventional therapy with novel grain salba (Salvia hispanica L.) improves major and emerging cardiovascular risk factors in type 2 diabetes. Diabetes Care. 2007; 30 (11): 2804-2810.

           Son zamanlarda Covid-19 salgını sırasında, immünomodülatör ve antiviral etkileri nedeniyle bazı bitkiler ön plana çıkmaktadır. Bu bitkilerden biri de mürver bitkisidir. Ülkemizde doğal olarak yetişen iki Sambucus türünden biri olan ve ağaç mürveri veya kara mürver olarak da bilinen bitki 4-10 m boyunda, çalı, yarı çalı veya küçük ağaç formundadır. Çiçekleri beyaz, bakka tipinde meyveleri 6-8 mm çapında, küremsi, parlak siyah renktedir. Bitkinin çiçek ve meyveleri çeşitli amaçlarla, çok uzun zamandan beri halk tarafından kullanılmaktadır.

KİMYASAL YAPI

  • Flavonoitler (rutin, izokersitrin, kersitrin, kersetin, kemferol, astragalin 3-O-rutinozit, izoramnetin glukozit, hiperozit],
  • Antosiyaninler (sambusin, sambusiyanin, krizantemin),
  • Fenolik asitler [hidroksisinnamik asit türevleri (klorojenik asit, p-kumarik asit, kafeik ve ferulik asitler)],
  • Triterpen asitler [ursolik asit (%0.85), oleanolik asitler ve 20β-hidroksi ursolik asit]

NOT: Tohumlarında siyanogenetik glikozitler (sambunigrin, prunasin, holokalin) taşır.

ETKİ MEKANİZMASI

İmmünomodülatör etki: İçeriğindeki fenolik bileşikler makrofaj aktivitesini ve monositlerden sitokinlerin (TNF-alfa, IL-1, IL-6 ve IL-8) salınımını artırarak bağışıklığı düzenleyici etki göstermektedir.

Antiviral etki: İçeriğindeki flavonoid maddeleri virüslerin yüzeyindeki antijenleri inhibe ederek virüsün insan hücrelerine bağlanmasını ve böylece yayılmasını önler.

KLİNİK ÇALIŞMA

            Mürver takviyesinin üst solunum yolları enfeksiyonu semptomlarına etkisini araştırmak için yapılan bir meta-analiz çalışmasında toplam 180 hastanın katıldığı 4 farklı klinik çalışma derlenmiştir. Üst solunum yolu semptomlarının başlangıcında mürver takviyesinin verildiği hastalarda kontrol grubuna kıyasla genel semptom süresinin önemli ölçüde azaldığı gözlenmiştir (efekt büyüklüğü 1.717). Mürver takviyesi, influenza semptomları üzerine (2.074) önemli derecede etki gösterirken soğuk algınlığı semptomları üzerine (0.662) orta derecede bir etki göstermiştir. Klinik çalışmalarda herhangi bir ciddi yan etki bildirilmemiştir.

Not: Mürver takviyesinin, Covid-19 virüsü ile alakalı henüz klinik bir çalışması bulunmadığından klinik etkinliği bilinmemektedir.


Yan etkiler

Önerilen dozlarda kullanılan herhangi bir yan etkisi bulunmamaktadır. Bitkinin polen, çiçek ve meyveleri alerjik potansiyele sahiptir. Meyveleri çiğ olarak tüketildiğinde veya çiçek ekstresi yüksek dozlarda kullanıldığında bulantı, kusma veya diyareye neden olabilir.

İlaç etkileşimleri

Klinik olarak gösterilemese de antidiyabetik ilaçların hipoglisemik etkinliğini artırabileceği ve immunoosupresan ilaçların etkinliğini azaltabileceği teorik olarak gösterilmiştir

Kullanılmaması gereken durumlar

Gebelik ve laktasyon döneminde güvenliliği kanıtlanmadığından dolayı kullanımı tavsiye edilmez. Otoimmün hastalıklarda kullanımı tavsiye edilmez. Meyveler çiğ olarak tüketilmemelidir (siyanogenetik glikozid sambunigrin bulunur).   

 Kaynaklar:

1-) Phytopharmacy: An evidence-based guide to herbal medicinal products, First edition.

2-) Stockley’s Herbal Medicines İnteractions

3-) Herbs and Natural Supplements

4-) FFD Monografları (2018)

5-) Jessie Hawkins, Colby Baker, Lindsey Cherry, Elizabeth Dunne (2019). Black Elderberry (Sambucus Nigra) Supplementation Effectively Treats Upper Respiratory Symptoms: A Meta-Analysis of Randomized, Controlled Clinical Trials, Complement Ther Med  42:361-365.

6-) EMA monographs

7-) Natural medicines comprehensive database






         Devedikeni, meryemana dikeni veya gengel olarak bilinen Silybum marianum, Asteraceae (Compositae) familyasına ait tıbbi bir bitkidir. Ülkemizde Trakya, Batı ve Güney Anadolu bölgelerinde doğal olarak yetişir.

         İki yıllık otsu bir bitki olan Silybum marianum (9)-30-100 cm boyunda ve gövdesi yeşil, seyrek, yumuşak tüylüdür. Yapraklar soluk yeşil, beyaz damarlı, kenarları dikenli, taban yaprakları obovat, saplı, 9-26 x 5-12 cm, üsttekiler basit, ovat lanseolat, sapsız-kulakçıklıdır. Çiçeklerin tabanındaki brakteler 2.5-4 x 2-4 cm boyutlarındadır ve çiçeklerin üzerini örter. Meyveleri aken şeklinde, siyah çizgili kahverengimsi, yaklaşık 7x3 mm, tepesindeki papus tüyleri yaklaşık 15 mm’dir. Nisan ve mayıs aylarında çiçekler açar.



Tarihte Silybum marianum

         Bitki antik zamanlardan beri çeşitli şekillerde kullanılmaktadır. Theophrastus, bitkiden ‘Pternix’ ismi ile ilk defa bahsetmiş ve bitkiyi tasvir etmiştir. Daha sonraları Dioscorides, Materia Medica isimli eserinde bitkinin yılan ısırığı tedavisindeki değerinden bahsetmiştir.

Hristiyanlığın erken dönemlerinde Meryem’e adanmış ve “Marian Thistle” adıyla anılmıştır. Efsaneye göre Meryem bu bitkinin dalları altında dinlenip ve bir yandan da bebeği İsa’yı emzirirken, sütünün bir damlası yapraklar üzerine düşmüş ve orada kalmıştır. Bitkinin yapraklarındaki beyaz izlerin buradan kaynaklandığına inanılmaktadır.

Geleneksel Kullanımı

         Bal ile karıştırılan tozu veya meyvelerden hazırlanan %5’lik dekoksiyonu Türkiye’de karaciğer hastalıklarına karşı ve safra arttırıcı olarak kullanılmaktadır. Dünyada ise bitkinin meyveleri hazımsızlık şikayetleri ve safra kesesinde oluşan taşların tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca halk arasında adet düzensizlikleri, kabızlık, diyabet, saman nezlesi, uterus kanaması ve varislerin tedavisinde de uzun yıllardır kullanılmaktadır.

Tıbbi Kullanımı

Silybum marianum’un kullanılan kısmının meyve mi yoksa tohum mu olduğu bazı çalışmalarda farklı ifade edilse de esas olarak meyvedir.

Bitki, antioksidan, antienflamatuvar ve antifibrotik özelliklerinden dolayı özellikle kronik karaciğer rahatsızlığı, siroz ve hepatoselüler karsinom gibi çeşitli karaciğer rahatsızlıklarında kullanılmaktadır.

ALT ve AST gibi biyokimyasal parametreler üzerinde olumlu etki göstererek bazı kanser semptomlarının tedavisinde umut verici sonuçlar vermiştir. Ayrıca bazı kemoterapi ilaçlarının neden olduğu yan etkilerin azaltılmasında da etkili olabileceğine dair çalışmalar vardır.

Total kolesterol, LDL kolesterol ve trigiliseriti azaltarak hiperlipidemi tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca HBV ve HCV tedavisinde yer almaktadır. Viral hepatit tedavisinde antivirallerle birlikte kullanıldığında tedavinin daha etkili olmasını sağlamaktadır. HbA1c seviyesine etkileri nedeniyle diyabette kullanılmaktadır.

Mantar zehirlenmesinde (Amanita phalloides) antidot olarak kullanılmaktadır.



Silybum marianum ile yapılmış in vivo, in vitro ve klinik çalışmalar



Antienflamatuvar Etki

         Silybum marianum ekstresinin, fareler üzerinde yapılan çalışmada, kolestatik karaciğer rahatsızlığı, CCl4’ün neden olduğu hepatotoksisite, zidovudin/izoniazid’in neden olduğu karaciğer toksisitesi ve metiyonin ve kolin eksikliğinin neden olduğu steatohepatit üzerine antienflamatuvar etkileri görülmüştür.

         Ayrıca silimarin ile yapılan başka çalışmalarda, TNF-a gibi sitokinlerin ve adezyon moleküllerinin salınımını baskılayarak antienflamatuvar etki gösterdiği tespit edilmiştir.

Antifibrotik Etki

Yapılan bir hayvan çalışmasında, silimarinin karaciğer fibrozu oluşumunu ve fibrojen oluşum mekanizmasını inhibe ettiği görülmüştür. Bu çalışmada silimarin verilmesi sonucu, safra tıkanıklığı sonucu oluşan kollajen ve pro-kollajen 3 bileşenlerinde %30’luk bir azalma görülmüştür

         Fareler ile yapılan başka bir deneyde silimarinin sitagliptin ile kombine verilmesi sonucu karbon tetrakloritin neden olduğu karaciğer fibrozunu iyileştirdiği görülmüştür.

Antioksidan Etki

         Silybum marianum, yapılan çeşitli in vitro ve in vivo çalışmalar sonucunda,

     Reaktif oksijen türlerinin ve serbest radikallerin oluşumunu önlemesi,

     Bağırsakta demir ve bakırın iyon şelasyonu yapması,

     Isı şok proteinleri, tiyoredoksin ve sirtuin gibi koruyucu moleküllerin sentezini uyarması,

     Süperoksit dismutaz gibi antioksidan enzimleri aktive etmesi gibi farklı etki mekanizmalarıyla antioksidan etki göstermiştir.

Kanser Tedavisinde Rolü

         60 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada; sisplatin uygulamadan önce 7 gün boyunca günde 2 kez silimarin verilmiştir, kan üre nitrojen (BUN) ve kreatinin değerlerinde, kontrol grubuna kıyasla daha çok azalma görülmüştür.

24 kişi üzerinde yapılan plasebo kontrollü bir çalışmada  sisplatin tedavisi döneminde, sisplatin infüzyonu (24-48 saat) öncesinde 420 mg silimarin uygulanmıştır. Akut böbrek rahatsızlığı veya üriner elektrolit kaybında herhangi bir fayda görülmemiştir. (Farklılıklar kullanılan farklı sonuç ölçümleri ve tedavi öncesi süreye bağlı olabilir.)

         ALL (Akut lenfoblastik lösemi) tedavisi alan çocuklarda Milk thistle’ın etkisi araştırılmıştır. ALL’li 50 çocukla yapılan çift kör-plasebo kontrollü bir çalışmada, oral yol ile milk thistle (28 gün boyunca 5.1 mg/kg/gün) uygulanmıştır. Aspartat transaminaz (AST) önemli bir şekilde düşerken, alanin transaminaz (ALT)’da da bir düşme eğilimi görülmüştür.

80 ALL’li çocuk hastada metotreksatla birlikte 1 hafta boyunca 420 mg silimarin her gün verilmişir. Silimarin grubunda önemli bir şekilde; AST, ALT, ALP (alkalen fosfataz), kan üre ve kreatininde düşüşler görülmüştür. Doksorubisin kullanan 80 ALL’li çocuk hastaya 1 hafta boyunca günlük 420 mg MT verilmiştir. Doksorubisinin neden olduğu kardiyotoksisitede azalma görülmüştür. (Echo-Doppler ve serum troponin seviyeleri ile ölçülerek)

         Meme kanseri olan 99 hastaya taksan içeren kemoterapi tedavisinin yanısıra günde 3X80 mg silimarin verilmiştir. AST ve ALT’nin önemli derecede azaldığı görülmüştür.

         Radyasyon tedavisi alan 27 baş ve boyun kanserli hasta üzerinde yapılan randomize kontrollü bir çalışmada profilaktik uygulama olarak 3 doza bölünmüş olarak günlük 420 mg silimarinin verilmiş, mukozit başlangıcını ve şiddetini plasebo gruba göre önemli derecede azalttığı görülmüştür.

         Silimarin topikal yol ile uygulandığında bazı kanserlerin neden olduğu cilt toksisitesini azaltmada faydalı olabileceği görülmüştür. Silimarinin jel versiyonu kapesitabinin neden olduğu el-ayak sendromunun başlangıç süresini ve şiddetini azalttığı görülmüştür. 40 hasta üzerinde yapılan  randomize kontrollü bir çalışmada günde 2 kez %1 silimarin 1. günden 9. haftaya kadar, kapesitabinin neden olduğu WHO HFS (Dünya sağlık örgütü, el ayak sendromu) ortalama skorunu önemli derecede azaltmıştır.


Lipit Profili Üzerine Etkisi

         Hipertrigliseritli fareler üzerinde yapılan bir çalışmada 4 hafta boyunca farklı silimarin formları uygulanmıştır. Silimarinin trigliserit ve kolesterol seviyelerini azalttığı görülmüştür.

Yüksek kolesterol seviyesine sahip tavşanlar üzerinde yapılan bir çalışmada silimarinin aterosklerotik plak oluşumunu inhibe ettiği, total kolesterol, LDL kolesterol ve trigliseriti azalttığı gözlemlenirken HDL’yi arttırdığı görülmüştür.

         Yüksek kolesterol diyetli fareler üzerinde yapılan bir çalışmada oral silibin sonrası serum ve karaciğerdeki total kolesterol, trigliserit, VLDL kolesterol, LDL kolesterol seviyelerinin düştüğü, HDL kolesterol seviyesinin arttığı görülmüştür. Ama kolesterol absorpsiyonunda herhangi bir etki görülmemiştir.

         Yüksek doz statine toleransı olmayan dislipidemik hastalar üzerinde yapılan 6 aylık bir klinik çalışmada 210 mg S. marianum, Berberis aristata ile kombine şekilde verilmiştir. Çalışma sonunda total kolesterol, LDL kolesterol ve trigliseritin azaldığı görülmüştür. Bu çalışmada S. marianum’un kolesterol absorbsiyonunu ve lipoprotein biyosentezini azalttığı B. aristata’nın oral biyoyararlanımını iyileştirdiği görülmüştür. Bu kombinasyonun statinin dozunun ve yan etkisinin azalmasına neden olduğu görülmüştür.

         Çift kör randomize plasebo kontrollü bir çalışmada S. marianum, B. aristata, monakolin (HMG-CoA redüktaz reversibl inhibitörü) 3 ay boyunca düşük riskli kardiyovasküler hastalara verilmiş. Total kolesterol, trigliserit, LDL kolesterol seviyeleri ile birlikte TNF-a IL-6 gibi inflamatuvar markırlar  önemli derecede azalmıştır.

Viral Hepatit Tedavisinde Yeri

         Silimarinin etkisi, güvenililirliği ve antiviraller ile terapötik kombinasyonu (lamivudin ve interferon) HBV kronik hepatit tedavisinde değerlendirilmiştir.

         AST ve ALT seviyelerini normalleştirme konusunda silimarin ve antiviral ajanların benzer etkilere sahip olduğu görülmüştür. Transaminaz seviyeleri üzerinde etkisinde antiviraller ile kombine kullanımının, antivirallerin tek kullanımına nazaran daha etkili olduğu görülmüştür.

         Silibinin intravenöz uygulamasının; HCV yaşam döngüsünde viral replikasyonu direkt inhibe edebildiği görülmüştür. Bu etkisini intraselüler interferon (IFN)’un indüklediği antiviral yolaklardan bağımsız olarak HCV-RNA bağımlı RNA polimeraz fonksiyonunu inhibe ederek göstermiştir.      

Silimarin HCV’nin hücrelere bağlanmasını bloke edememektedir. Ama HCV’nin lipozomlarla birleşmesini ve HCV’nin lipozoma girmesini engeleyebilmektedir.

         44 yaşında HCV genotip-1 enfekteli bayan hastada önceki tedavisi (interferon ve ribavirin) başarısız olmuştur. Bunun üzerine; 238 gün boyunca 1200 mg/gün endovenöz silibin, 1200 mg/gün ribavirin ve 6000 U/gün D vitamin verilmiştir. Bu uygulamada silibin bileşiğinin sürekli virolojik yanıtta (SVR) etkili olduğu görülmüştür.

         Ayrıca silibinin endovenöz uygulamasının, genotip-3 HCV’li hastalarda viral yükü azaltabileceği görülmüştür.


Diyabet Üzerine Etkisi

         Günde 3 kez 200 mg silimarin ile yapılan 4 aylık bir klinik çalışmada HbA1c, açlık kan şekeri, total kolesterol, LDL, trigliserit, ALT  ve AST seviyelerinin azaldığı görülmüştür. Silimarinin antioksidan etkisi nedeniyle tip 2 diyabette etkili olabileceği düşünülmektedir.

         Tip 2 diyabetli hastalar üzerinde 200 mg silimarin ile yapılan bir klinik çalışmada açlık ve yemek sonrası kan şekerinin yanı sıra HbA1c ve BMI (vücut kitle indeksi)’nın azaldığı gözlemlenerek silimarinin periferal dokudaki insülin hassasiyetini iyileştirdiği düşünülmektedir.

         105 mg silimarin ve berberin kombinasyonunun 12 ay boyunca günde 2 kez verilerek yapılan bir klinik çalışma sonrası açlık kan şekeri ve HbA1c seviyelerinin azaldığı görülmüştür.

Laktasyon Üzerine Etkisi

         Geleneksel olarak emziren annelerde süt üretimini uyarmak için kullanılmaktadır. Aynı zamanda bitkinin laktasyonu arttırıcı etkisi in vivo ve klinik çalışmalarla ortaya konmuştur.

Mantar (Amanita phalloides) Zehirlenmeleri Üzerine Etkisi


         Amanita phalloides mantar türlerinin  içerdiği ve karaciğer üzerine toksik etkili olan falloidin ve amatoksin gibi bileşikler RNA polimeraz II (mRNA sentaz) inhibisyonuna dolayısıyla protein sentezinin inhibisyonuna neden olmaktadır. Bu durum enzimlerin, yapısal proteinlerin ve apoproteinlerin oluşumunu engelleyerek hücrenin nekrozuna neden olmaktadır. Bu zehirlenme durumlarında 12 saatlik semptomsuz seyreden bir latent devreden sonra bulantı, karın ağrısı, elektrolit ve çinko kaybıyla beraber dehidratasyon, metabolik asidozun ardından alkaloz, karaciğer enzimlerinde artış ile kendini gösteren karaciğer hasarı, ikterus, hepatik ensefalopati, beyin ödemi, hepatik koma ile karakterize klinik bir tablo gözlenir. Bu zehirlenmeler yüksek mortalite oranına sahiptir. Semptomatik tedavi mide yıkanması, hemoperfüzyon, nazogastrik barsak lavajı, parenteral elektrolit sübstrüksiyonu, N-asetilsistein ve taze plazma uygulaması ile sağlanabilir. Buna bir alternatif olarak 2 saat aralıklarla 4 kez infüzyon şeklinde silibin (20 mg/kg) verilebileceği bildirilmiştir.

         Bir  retrospektif çalışmada, amatoksin içeren mantardan zehirlenen 2108  kişide silibin mono terapisinin etkili bir tedavi modeli olduğu ortaya konmuştur.

         Çok merkezli çalışmaların sonuçları mantar zehirlenmelerinin tedavisinde silimarinin yaşam süresini arttırdığı ve mortalite oranını önemli ölçüde düşürdüğü gözlenmiştir.


Yan Etki ve Kontrendikasyonlar

     Silimarinin çok iyi bir güvenlik profiline sahip olduğu bildirilmiştir. 254 mg silibine denk gelen silimarini tek doz kullanan gönüllülerde herhangi bir yan etki görülmemiştir.

     Karaciğer rahatsızlığı olan hastalar 6 ay boyunca (600-800 mg/gün) oral silimarin kullanmış ve herhangi bir yan etki görülmemiştir. 

     2637’si karaciğer rahatsızlığına sahip 3500 hasta Legalon (560 mg/gün) ile 8 hafta boyunca tedavi edilmiştir. Silimarinin yan etki sıklığı yaklaşık %1 olarak görülmüştür. Bu yan etkiler arasında şişkinlik, bulantı, hazımsızlık ve ishal gibi gastrointestinal şikayetler vardır. 240-900 mg/gün silimarin oral olarak günde 2 veya 3 defa parçalanmış dozlar halinde uygulandığında toksik bir etki görülmemiştir. 1500 mg/gün’den yüksek dozda silimarin; safra akışı ve sekresyonunu arttırarak laksatif etki göstermiştir.

     Bir vaka raporunda; terleme, abdominal kramp, bulantı, kusma, ishal ve güçsüzlük görülmüştür. Ayrıca 54 yaşında kivi meyvesine alerjisi olan bir hastada anafilaktik şok görülmüştür. Asteraceae familyasına hassasiyeti olan bireylerin kullanmaması gerekmektedir.

İlaç Etkileşimleri

     Silibin içeren ürünlerin ve ekstrelerin ilaçlar ile etkileşimleri yapılan klinik çalışmalarda belirtilmiştir. Fenilbütazon, indinavir, irinotekan, digoksin, midazolam, nifedipin, ranitidin, rouvastatin, kafein, tolbutamid, deksmetorfan, midazolam ile etkileşimi görülmemiştir.

     Talinolol ve domperidonun AUC’sini  artırırken, metronidazol ve ritonavirin AUC’sini azaltmıştır.



KAYNAKLAR

Clichici S., Olteanu D., Nagy A., Oros A., Filip A & Mircea P., (2015). Silymarin inhibits the progression of fibrosis in the early stages of liver injury in CCl4-treated rats. Journal of Medicinal Food, 18, 290-298.

Sokar S., El-Sayad M., Ghoneim M. & Shebl A., (2017). Combination of sitagliptin and silymarin ameliorates liver fibrosis induced by carbon tetrachloride in rats. Biomedicine & Pharmacotherapy, 89, 98-107.

Surai P. F., (2015). Silymarin as a natural antioxidant: An overview of the current evidence and perspectives. Antioxidants (Basel), 4, 204-247.

Poruba, M., Kazdova, L., Oliyarnyk, O., Malinska, H., Matuskova, Z., Tozzi di Angelo, L. (2015). Improvement bioavailability of silymarin ameliorates severe dyslipidemia associated with metabolic syndrome. Xenobiotica, 45, 751-756.

Radjabian, T., & Fallah Huseini, H. (2010). Anti-hyperlipidemic and antiatherosclerotic activities of silymarins from cultivated and wild plants of Silybum marianum L. With Different Content of Flavonolignans. Iran j Pharmacol Ther, 9, 63-67

Derosa, G., Romano, D., D’Angelo, A., & Maffioli, P., (2015). Berberis aristata/Silybum marianum fixed combination (Berberol) effects on lipid profile in dyslipidemic patients intolerant to statins at high dosages: A randomised, placebo-controlled, clinical trial. Phytomedicine, 22, 231-237.

Guiseppe, D., Angela, D., Davide, R., & Pamela, M. (2017). Effects of a combination of Berberis aristata, Silybum marianum and monacolin on lipid profile in subjects at low cardiovascular risk; a double-blind, randomized, placebo-controlled trial. International Journal of Molecular Sciences,18.

Zarvandi, M., Rakhshandeh, H., Abazari, M., Shafiee-Nick, R., &Ghorbani, A. (2017). Safety and efficacy of a polyherbal formulation for the management of dyslipidemia and hyperglycemia in patients with advanced-stage of type-2 diabetes. Biomedicine & Pharmacotherapy, 89, 69-75.

Husseini, H. F., Larijani, B,. Heshmat, R., Fakhrzadeh, H., Radjabipour, B. (2006) The efficacy of Silybum marianum (L.) Gaertn. (silymarin) in the treatment of type 2 diabetes: A randomized, double-blind, placebo controlled, clinical trials. Phytotherapy Research, 20, 1036-1039.

Hussain, S. A. R. (2007). Silymarin as an adjunct to glibenclamide therapy improves long-term and postprandial glycemic control and body mass index in type 2 diabetes. Journal of Medicinal Food, 10, 543-547.

Di Pierro, F., Bellone, I., Rapacioli, G., & Putignano, P. (2015) Clinical role of a fixed combination of standardized Berberis aristata and Silybum marianum extracts in diabetic and hypercholesterolemic patients intolerant to statins. Diabetes Metab Syndr Obes; Targets and Therapy, 8, 89-96.

Momeni, A., Hajigholami, A., Geshnizjani, S., Kheiri, S., (2015). Effect of silymarin in the prevention of Cisplatin nephrotoxicity , a clinical trial study. J Clin Diagn Res. 9(4): 11-13.

Shahbazi, F., Sadighi, S., Dashti-Khavidaki, ve ark., (2015). Effect of Silymarin Administration on Cisplatin Nephrotoxicity: Report from A Pilot, Randomized, Double-Blinded, Placebo-Controlled Clinical Trial. Phyther Res. 29:1046-1053.

Ladas, E., Kroll, D., Oberlies, N., Cheng, B., Ndao, D., (2010). A randomized, controlled, double-blind, pilot study of milk thistle fort he treatment of hepatotoxicity in childhood acute lymphoblastic leukemia (ALL). Cancer. 116: 506-513.

Hagag, A., Elgamsy, M., El-asy, H., Mabrouk, M., (2016). Protective Role of Silymarin on Hepatic and Renal Toxicity Induced by MTX Based Chemotherapy in Children with ALL. Mediterr J Hematol Infect Dis. 8(1).

Hagag, A., El Shehaby, W., El-Abasy A., Mabrouk, M., (2018). Protective Role of Silymarin in Early Doxorubucin induced Cardiac dysfunction in Children with ALL. Infect Disord-Drug Targets. 18

Mohaghegh, F., Solhi, H.,Kazemifar, A., Silymarin can revoke liver enzyme changes during chemotherapy of breast cancer with Taxanes. Eur J Integr Med. 7: 650-652.

Elyasi, S., Hosseini, S., Niazi, M., Aledavood, S., Karimi, G., (2016). Effect of Oral Silymarin Administration on Prevention of Radiotherapy Induced Mucositis: A Randomized, Double-Blinded, Placebo-Controlled Clinical Trial. Phyther Res. 30: 1879-1885.

Elyasi, S., Shojaee, F., Allahyari, A., Karimi, G., (2017). Topical Silymarin Administration For Prevention of Capecatibine-Induced Hand-Foot Syndrome: A Randomized, Double-Blinded, Placebo-Controlled Clinical Trial. Phyther Res. 31: 1323-1329.

Abenavoli, L., Capasso, R., Milic, N., & Capasso, F., (2010). Milk Thistle in Liver Diseases: Past, Present, Future. Phytotherapy Research. 24: 1423-1432.

Xie, Y., Zhang, D., Zhang, J., & Yuan, J., (2019) Metabolism, Transport and Drug-Drug Interactions of Silymarin. Molecules.

Zonoubi, A., Perumal, D., Prasad, P., Chandy, V., Mafibaniasadi, Z. (2019). Milk Thistle - Morphology, Chemıstry And Pharmacologıcal Actıon. International Journal of Innovative Pharmaceutical Sciences and Research .7:14-40.

Abenovoli, L., Izzo, A., Milic, N., Cicala, C., Santini, A., Capasso, R., (2018). Milk Thistle (Silybum marianum) A concise overview on its chemistry, pharmological and nutraceutical uses in liver diseases. Wiley

Federico, A., Dallio, M., & Loguercio, C., (2016). Silymarin/Silybin and Chronic Liver Disease: A Marriage of Many Years. Molecules.

Herbal Medicines Third Edition

Bijak M. (2017) Milk Thistle - Morphology, Chemıstry And Pharmacologıcal Actıon. International Journal of Innovative Pharmaceutical Sciences and Research , Molecules.

Federico A, Dallio M, Loguercio C. (2017). Silymarin/Silybin and Chronic Liver Disease: A Marriage of Many Years, Molecules.

Güzeller, M. (2013). Silybum marianum (L.) Gaertner.

Baytop, T. (1999). Türkiye’de Bitkilerle Tedavi (Geçmişte ve Bugün), İlaveli 2. Baskı, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul. 

FFD Monografları Bitkiler ve Etkileri (2017)

Bizimbitkiler.com


Valeriana officinalis, Türkçe adı ile kediotu, günümüzün en önemli problemlerden biri olan uykusuzluk, stres, anksiyete gibi durumlarda, yatıştırıcı ve sakinleştirici olarak önerilen, çayı veya ekstreleri satılan önemli bir tıbbi bitkidir. Üzerinde preklinik veya klinik birçok çalışma yapılmış olmasına karşın, kullanımı konusunda dikkat edilmesi gerektiği göz önüne alınmalı ve kontrolsüz bir şekilde önerilmesi ve satılmasının önüne geçilmelidir. V. officinalis, tek veya karışım halinde bitki çaylarının içerisinde de kullanılmaktadır. Ancak bu ürünlerin kontrolsüz kullanımının merkezi sinir sistemi depresyonu ve antikolinerjik zehirlenmeye neden olabileceği, uzun süreli kullanımlarda zaman zaman baş ağrısı, huzursuzluk, kalp fonksiyonları ile ilgili rahatsızlıklar ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır.

BOTANİK ÖZELLİKLERİ

Valeriana officinalis, kokulu yaprakları, sapları, çiçekleri ve kökleri ile çok yıllık otsu bir bitkidir. 30-150 cm’e kadar uzayan bitkinin, derin loblu bazal yaprakları, bir panikulat çiçek durumunda, beyaz ila soluk pembe çiçekleri bulunmaktadır. Kökleri kedilerin çok sevdiği güçlü bir kokuya sahiptir. Kullanılan kısımları olan, rizom, kök ve stolon gibi toprak altı kısımları, Eylül ayında hasat edilir ve 40◦C’nin altındaki sıcaklıklarda dikkatlice kurutulmalıdır. Genellikle yol ve tarla kenarlarında doğal olarak yetişen bitkiler, Avrupa ve Batı Asya'ya özgüdür. Bitki Avrupa, Asya, Kuzeydoğu Amerika ve Türkiye'de doğal olarak yetişmektedir.

Valeriana cinsi yurdumuzda bu türle birlikte 12 türle temsil edilmektedir. Cins adı, muhtemelen bitkinin sinirlilik ve histerideki tıbbi kullanımlarına atıfta bulunarak “sağlıklı” olması anlamına gelen Latince “valere” kelimesinden türetilen ortaçağ isminden gelir. Türün epiteti ise tıbbi anlamındadır.

TARİHÇESİ

       Yunan hekim Hipokrat tarafından, M.Ö. dördüncü yüzyılda, özellikle sindirim bozuklukları, mide bulantısı ve adet krampları için kullanılmıştır. Bununla birlikte, V. officinalis’in uykuya yardımcı özelliklerini ilk kez M.S. ikinci yüzyılda  kaydeden kişi Yunan hekim Galen’dir.

       Ortaçağ Avrupasında V. officinalis, epilepsiyi tedavi etmek için sakinleştirici bir ajan olarak kullanılmıştır. 16. yüzyılın sonlarında ise uykusuzluk, anksiyete ve sinirsel sindirim bozukluğu gibi sinir rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. 1620'de İngiliz sömürgeciler aracılığı ile Kuzey Amerika'ya götürülmüştür

KİMYASAL BİLEŞİMİ

  • Alkaloitler : Aktinidin, katinin, skyanthin, valerianin (%0.01-0.05), valerin ve a-metil piril keton ( piridin türevleri),
  • Iridoidler (valepotriatlar) : %0.5-2; valtrat, izovaltrat, didrovaltrat, izovaleroksihidroksi-didrovaltrat
  • Uçucu yağ : %0.3-0.7 monoterpenler; bornil asetat, kamfen, pinen, borneol, eugenol; seskiterpenler: valerenal, valeranan, b-karyofillen
  • Uçucu seskiterpen karboksilik asitler : %0.08-0.3; valerinik asit ve türevleri , hidroksivalerenik asit, asetoksivalerenik asit
  • Diğer bileşenler : Amino asitler ( arjinin, g-aminobütirik asit (GABA), glutamin, tirozin), kafeik ve klorojenik asitler (polifenolik), metil 2-pirolketon, kolin, tanenler, zamk ve reçine

ETKİ MEKANİZMASI

        V. officinalis bileşenlerinin, GABA'nın merkezi katabolizmasından sorumlu enzim sistemini inhibe ettiği, GABA konsantrasyonlarını arttırdığı ve merkezi sinir sistemi aktivitesini azalttığı düşünülmektedir.

       V. officinalis’in, sinaptik aralıktaki artan GABA konsantrasyonlarını, ya salgılanmasını teşvik ederek ya da geri alımını inhibe ederek etkilediğine dair kanıtlar rapor edilmiştir.

TIBBİ ETKİSİ VE KULLANIŞI:

       Valepotriyatlardan dolayı sedatif;

       Uçucu yağ ve iridoitler nedeniyle trankilizan ve orta şiddette hipnotik;

       Valerianik asitten dolayı spazmolitik, kas gevşetici, hipotansif ve karminatif etkiler gösterir.


KLİNİK ÇALIŞMALAR

Kediotu ile ilgili yapılan klinik çalışmalar en çok uyku ile ilgili problemler için yapılmıştır. (7) Ayrıca bir çalışmada ilaç kullanımına bağlı nöropsikiyatrik yan etkilerin önlenmesi gibi daha özel bir alanda çalışılmıştır. (1)

           Uyku kalitesini iyileştirmek için Kediotu’nun randomize, placebo kontrollü çalışmalarının sistematik bir incelemesi yapılmıştır. Toplamda 1093 hastayı içeren 16 randomize, kontrollü çalışma, tüm dahil edilme kriterlerini sağlayarak incelenmiştir. (3)

Bu çalışmalarda kullanılan Kediotu dozları, günde 225 ile 1215 mg arasında değişkenlik göstermiştir (dozları ağırlığa dayalı olan çocukları içeren 1 çalışma hariç).  16 çalışmada; Kediotu hazırlanması, dozajı, tedavi süresi ve sonuçların değerlendirmesindeki varyasyonlar dahil olmak üzere çalışma tasarımında önemli farklılıklar bulunmuştur. Bu çalışmalarda gözlemlenen zayıf genel metodoloji, bitkisel ürünlerin klinik deneylerinde yaygın bir sorun olarak değerlendirilmektedir. (3)

En sık kullanılan uyku kalitesi ölçüm yöntemleri bir araya getirilerek, Kediotu’nun göreceli iyileştirilmiş uyku üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahip olduğu bulunmuştur. Kediotu alan hastaların, plasebo alan hastalara kıyasla daha iyi uyku bildirme olasılığı % 80 civarında daha yüksek gözlenmiştir; ancak, bu çalışmaların bazılarında yayın yanlılığına dair kanıtlar olduğu da düşünülmektedir. (3)

           Yapılan bir çalışmada Efavirenz kullanan HIV pozitif hastalardaki nöropsikiyatrik yan etkilerin önlenmesinde V.officinalis’in etkisi  değerlendirilmiştir.   Efavirenz alan 51 HIV pozitif hasta, V. officinalis (n = 25) veya plasebo (n = 26) grubuna dahil edilmiştir. Hastalar 4 hafta boyunca uykudan 1 saat önce her gece V. officinalis (530 mg) veya plasebo almıştır. Hastaların nöropsikiyatrik durumu (uyku, anksiyete, depresyon, intihar düşüncesi ve psikoz), doğrulanmış anketler kullanılarak başlangıçta ve 4. haftada değerlendirilmiştir.

Sonuç olarak; Uyku ve anksiyete nöropsikiyatrik yan etkileri, V. officinalis grubunda   plasebo grubuna kıyasla önemli ölçüde iyileşmiştir. 4 hafta boyunca günde 530 mg V. officinalis özütünün anksiyeteyi önemli ölçüde azalttığı bulunmuştur. (4)

           Kronik rahatsızlıkları olan ve şikayetlerinden biri uyuma güçlüğü olan, 80 geriatrik hasta ile yapılan bir klinik çalışmada hastalara Baldrian Dispert kapsülleri (sulu Valeriana kök ekstresi içerir ; günde bir kez iki kapsül) veya plasebo verilmiştir.

Sonuçta, valeriana ekstresi alan 29 hastada uykuya geçiş zamanında bir düzelme saptanırken, plasebo alan hastalardan sadece 6'sında düzelme saptanmıştır. (5)

           Çok merkezli klinik bir çalışmada, depresyonda olmayan, uykuyu etkileyecek herhangi bir ilaç kullanmayan ve uykusuzluk problemi olan 121 hastaya, Valeriana etanol ekstresi (günlük 600 mg doz) veya plasebo 28 gün boyunca verilmiştir. Çalışma sonuçları, valeriana ekstresi kullanan hastaların %66'sının terapötik etkiyi "çok iyi" ya da "iyi" diye değerlendirirken, plasebo kullananlarda bu oranın %26 olduğu belirtilmiştir.  (2)

           Yapılan bir başka çalışmada, Valeriana officinalis'in KKY (kronik kalp yetmezliği) hastalarında uyku bozukluğu üzerindeki etkinliğini değerlendirilmiştir. Uykusuzluk yaşayan 80 KKY'li hasta müdahale (n=40) ve kontrol (n=40) gruplarına ayrılmıştır. Müdahale grubundaki hastalar, 4 hafta boyunca her gece yatmadan 1 saat önce 12 cc V. officinalis şurubu alarak tedavi edilmiştir. Kontrol grubuna Alprazolam gibi rutin ilaçlar verilmiştir. Veri toplamak için bir demografik veri formu ve Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi kullanılmıştır. Sonuçlar, müdahale sonrası uykuya dalma - bekleme süresine ilişkin anlamlı bir fark olduğunu, dolayısıyla Valeriana gruplarında kontrol grubuna göre daha az uyku problemi olduğunu göstermiştir (P = 0,001).  (6)

YAN ETKİ VE KONTRENDİKASYONLAR


  • Aktif maddeye karşı aşırı duyarlılık görülebilir.
  • Açık yaralarda, geniş cilt yaralanmalarında, akut cilt hastalıklarında, yüksek ateş, şiddetli enfeksiyon, ciddi dolaşım bozuklukları ve kalp yetmezliğinde banyo olarak kullanılmamalıdır.
  • Araç veya makine kullanımını etkileyebilir.
  • Kullanım sırasında gastrointestinal semptomlar (mide bulantısı, karın krampları vb.) görülebilir. Uzun süreli kullanıldığında ise baş ağrısı, uykusuzluk, huzursuzluk, kalp fonksiyon bozuklukları ortaya çıkabilir.
  • Yüksek miktarda alındığında yorgunluk, karın krampı, göğüste sıkışma, baş dönmesi, el titremesi ve midriyazis gibi semptomlara neden olabilir.
  • Yeterli veri mevcut olmadığı için, 12 yaş altı çocuklarda kullanılmamalıdır.
  • Yeterli veri olmaması nedeniyle hamilelerde ve emzirenlerde kullanılmamalıdır.
  • İki hafta kullanımı sonrasında hastalık belirtilerinin geçmemesi durumunda veya kullanımı sırasında istenmeyen etki görülürse hekime danışılmalıdır.
  • Bitkisel ürünlerle tedavi konusunda eğitim görmüş hekim ve eczacı denetiminde kullanılmalıdır. 

İLAÇ ETKİLEŞİMLERİ

Santral sinir sistemi depresanları, barbitüratlar, benzodiazepinler, alkol, alprazolam ve CYP3A4 ile metabolize olan ilaçlarla etkileşir.

KAYNAKLAR

  1. Hassani S, Alipour A, Khezri HD, Firouzian A, Zeydi AE, Baradari AG, Ghafari R, Habibi WA, Tahmasebi H, Alipour F, Zadeh PE. Can Valeriana officinalis root extract prevent early postoperative cognitive dysfunction after CABG surgery A randomized, double-blind, placebo-controlled trial. Psychopharmacology. 2015;232(5):843-50
  2. Varel, M.   “FFD  Monografları “s. 709-716, 2011
  3. Bent, S., Padula, A., Moore, D., Patterson, M., & Mehling, W. (2006). Valerian for sleep: a systematic review and meta-analysis. The American journal of medicine119(12), 1005–1012. https://doi.org/10.1016/j.amjmed.2006.02.026
  4. Ahmadi M, Khalili H, Abbasian L, Ghaeli P. Effect of Valerian in Preventing Neuropsychiatric Adverse Effects of Efavirenz in HIV-Positive Patients: A Pilot Randomized, Placebo-Controlled Clinical Trial. Ann Pharmacother. 2017;51(6):457-464.
  5. Aslan, S., Valeriana phu L.'nin Terpenik Bileşikleri Üzerinde Çalışmalar, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi Ankara (2003). 
  6. Aliakbari F, Rafieian M. The effectiveness of Valeriana officinalis on sleep disturbance in patients with chronic heart failure.ınt J Pharma Investig 2018;8:145-50.
  7. Edwards, S., da Costa Rocha, I., Heinrich, M. and Williamson, E., 2015. Phytopharmacy: An Evidence-Based Guide To Herbal Medicinal Products. John Wiley & Sons, p.613
  8. Van der Watt G, Laugharne J, Janca A. Complementary and alternative medicine in the treatment of anxiety and depression. Curr Opin Psychiatry. 2008;21(1):37-42.
  9. Savage K, Firth J, Stough C, Sarris J. GABA-modulating phytomedicines for anxiety: A systematic review of preclinical and clinical evidence. Phytother Res. 2018;32(1):3-18.